Biraz da İşimize Baksak



Gündem yalnız seçim değil, bundan daha önemlisi geçim var. Her geçen gün, büyüdükçe büyüyen geçim sorununu “Kim çözecek, nasıl çözecek,”bilinmez hale geldi.
Fazilet terzi: 52 yaşında adı gibi fazilet sahibi bir insan. Mesleği terzilik değil. Terzi onun soyadı.
İkamet ettiği mahallesinde bir sokak arasında, küçük bir dükkân kiralamış Fazilet Terzi, mahalleli kadınlara giysi satıyor. Müşterisi çoğunlukla kadınlar. Sattığı ürünler Rus pazarındaki giysiler kalitesinde. Ama daha pahalı; Rus pazarında bir kazak 10 liraysa, Fazilet Hanım da aynı mal 25 lira. Fazilet Hanımın ürünlerindeki fiyat farkı, dükkânındaki malları veresiye vermesinden ve devlete vergi ödemesinden kaynaklanıyor.
Mahalle kadınları toptan alış veriş edip, sonrasında ellerine para geçtikçe, Pazar alışverişlerinden kestikleri üç- beş kuruşu Fazilet Hanımın veresiye defterine ekletiyorlar. Borçları azar azar ödeniyor. O da bu paraları toparlayıp, öncelikle dükkânının kira giderini ödüyor. Diğer giderler üstüste borç olarak birikiyor.
Fazilet Hanım da elinde kalan taksit paralarla evini geçindiriyor, çocuklarını okutuyor. Kocası 12 yıl önce ölmüş. O günden bu güne kendi ayakları üzerinde dikili durmaya çalışıyor. Fakat bugünlerde gidişattan şikâyetçi, iflas etmek üzere olduğunu söylüyor. Onu bu düşünceye iten neden, müşterilerinin bir süredir kendisine ödeme yapmamaları...
Son zamanlarda malı alan borcunu yazdırıp gitmiş, sonrasında dükkâna para vermek için uğramaz olmuş. Telefon numaralarını aldığı müşterilerini arayıp, utana sıkıla, alacağı olan parasını istiyor. Tellerin öbür ucundan aldığı cevap içini acıtıyor. Zira kadın müşterileri mahcup hallerde şu yanıtı veriyorlar.
“Valla Fazilet abla borcum borç da, adam işten çıkarıldı. Eve ekmek alacak paramız bile yok. Elimize para geçince öderiz, biraz sabret.”
Bir başka müşteri “Fazilet Hanım ben okullara temizliğe gidiyordum. Beni işten çıkardılar, şimdi ne yapacağım bilmiyorum. Çocuklar perişan. Canımı iste vereyim, ama ne olur bir süre benden para isteme.”
Bir diğeri: “Fazilet Hanım ben lokantalarda bulaşık yıkıyordum. Lokantacı ‘az kazanır oldum’ deyip, beni işten çıkardı. Ben kazanamayınca, borcumu sana nasıl ödeyeyim? Ne olur sen insaf et de, birkaç ay beni idare et. Yeni bir iş bulursam, borcumu azar azar öderim. Ben dürüst müşterinim bilirsin”
“Fazilet abla, kusura bakma borcumu ödeyemeyeceğim. ‘Allah bana, ben sana’ durumları söz konusu... Seçimlerden sonra belki bizim oğlanı oy vereceğimiz partinin siyasi desteğiyle belediye falan aldırabilirsek, borcumuzu öderiz. Yoksa ahiret de hesaplaşırız artık.”
Fazilet Hanım bu aramalardan netice alamayınca, üstelik telefon ve vergi borcunun da kabardığını görünce, iflas bayrağını çekmeyi uygun görüyor. Amma o da kara kara düşünüyor. 12 yıldır bu dükkân beni ve çocuklarımı bir şekil geçindiriyordu. Kazancım akmıyorsa da damlıyordu. Şimdi ne yapacağım bilmiyorum.” Diyor.
Gazetelerde Fazilet Hanım ve onun gibilerin durumlarından hiç söz eden haberler yok. Ebatları küçülmüş, kağıt gramajları düşmüş, hamur kaliteleri sebebiyle, renkli baskılarıyla çamura bulanmış görüntüye dönmüş, manşetleri çıplaklıkla süslenmiş bir takım gazeteler; kendilerini kim itekleyecek, muhabirlerini o adayın çevresinde daha sık dolandırmaya başladı. Hayat şartları insanları “Önce kendim” demeye zorladı. Gazeteciler de, Fazilet abla veya onun gibi çaresiz kalmış esnafın halinden çok, kendi gününü ve geleceğini kurtarma kaygısındalar.Zira onların pek çoğunda da işten çıkarılma kaygısı var...
“Falan Parti Başkanı, filan yere gelişinde yoğun kalabalıkla karşılandı.”
“Adaylar halk arasında dolaşıp, gövde gösterisi yapıyor.”
“Filan aday halktan büyük ilgi görüyor.”
” Şu partinin adayları sessiz yürüyor.”
“Bu partinin adayları kendilerinden umutlu, gülüyor.”

Vatandaş ise “Hizmet edene, iş-aş verene oy vereceğim” diyor.

Gazetelerin manşetlerini dolduran birbirine benzer bütün bu siyasi konular, kimsenin evine ekmek getirici değil. Akşam oldu mu, aile reislerinin içine karamsarlık çöküyor, “bugün de ekmeyi veresiye aldım. Yarın ne yiyeceğim,” diyenlerin sayıları her geçen gün artıyor.
Esnafın derdini dinleyen, halini soran yok. Mevsim Ramazan, iftarlıklar pahalı ve halk işsizlikten perişan durumda, ne yapacağını şaşmış kalmış. Ağlamaları duyulmuyor.

Vatandaş benim evime de telefon açıyor; “abla işten çıkarıldım çocuklarıma şimdi nasıl ekmek götüreceğim,” diyor.
Siyasetçi beni görünce; “Nihayet pustun mu, eskisi gibi sert siyasi eleştiriler yazmıyorsun, ne de olsa yaşlandın” diyor. (Sanki yazdıklarımı okuyunca, uygulayıp yapıcı olmuşlar gibi.)

Ben mağdurun yanındayım, ben masumun derbederliğindeyim. Siyasiler söz konuşmaya geldi miydi, atar tutarlar. Köprüyü geçinceye kadar vatandaşa ‘dayı’ muamelesi yaparlar. Saygıda, sevgide kusurdan kaçınırlar. Seçimlerden sonra kendi menfaatlerine yönelik bildiklerini yaparlar.
Madem başa geçmek için çabalıyorsunuz, bu defaki çabanızda vatandaş için de gayretleriniz olsun. Bu defa da yandaş kayırmalarınız olmasın! Bu defa bize, seçimlerden önce söz verin ve sözünüzü bir şekilde tutmak için, bize delil gösterin. “Türkiye'den torpili kaldıracağız, Hakk için hakkı olanı işe alacağız. Kimseye haksız yere eza cefa etmeyeceğiz. Vatandaşın derdiyle dertleneceğiz, derman olmaya gayret edeceğiz” deyiverin, ne olur?
Senelerdir onca vaadetler verdiniz, ama hiç bir sözünüzü tutmadınız. Bir defalık samimice söz verin ve sözünüzü tutmaya çalışın. bakın size de iyi yaptıklarınız, iyilik olarak geri dönecektir.
Vatandaşı paspas gibi sürtüp eskitmeyin. Vatandaş biliyor artık neyin ne şekilde yapıldığını, vatandaşı parlak vaatlerle kandırmaya kalkmayın, samimice yapabileceklerinizi söyleyin. Kendinize vatandaşı inandırın. Vatandaşın yanında olduğunuzu, acısını bildiğinizi, dindirmek için elinizden geleni yapabileceğinizi, samimi olarak anlatmaya çalışın. Size umut bağlatın. Ama sonrasında bu umutları karartmayın. Doğru ve gerekli hizmetler yapın. Vatandaşın geleceğine ipotek koymayın. Bu vebalden sonra kurtulamazsınız.

Ayfer AYTAÇ – ayferaytaç


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İŞTE FERASET

İdrîs Aleyhisselâm’ın Kıssası