HACETTEN PARA KAZANANLAR

GİDERDEN GELİR, ÇOLUK ÇOCUK AFİYETLE YENİR.
Belediyelerin bildiğimiz, bilmediğimiz pek çok yerden önemli gelir kaynakları var. Bu gelirlerle belediyenin bazı giderleri karşılanıyor ve yönettiği yöreye hizmet yapmaya çalışılıyor. Hatta festivallere çağrılan sanatçıların paraları bile hacet gidermekten gelen gelirle ödeniyor.
Kendi ilimden biliyorum, bizim şehrin belediyesinin en bilinmez ve umulmadık düzeyde gelir kaynağı, yeme içmelerin hazmedilip boşaltılmasından sonra kullanılan en ucuz tuvalet kağıtlarından sağlanıyor.
Tuvalet Kağıtları Belediyelerin Önemli Gelir Kaynağı...

Markalı, markasız, üç katlı veya beş katlı hiç fark etmiyor. Evine tuvalet kağıdı alan ve sürekli tuvalet kağıdı kullanan medeni ahali, belediyenin bu önemli gelirine isteyerek olmasa da katkıda bulunmuş oluyor.
‘Bunu nasıl yapıyoruz,'un cevabı: Bir hanede ortalama beş kişi yaşıyorsa ve bunlar günde beş kez def-i hacet için tuvalete giriyorlarsa ve her girişlerinde, kaba etlerini medeniyetin getirisi kağıt peçetelerle temizliyorlarsa, sonra da o peçeteleri tuvaletin deliğinden sallandırıp, üzerine sifonu çekerek suyu boca ediyorsa, o peçeteler bir süre sonra belediyeye gelir kazandırmak için seferberliğe girişiveriyorlar. 

Hala ‘Nasıl yani,’ diyenleriniz var mı? Varsa hemen detaylı açıklayalım. TV reklamlarında gördüğünüz, süslü kelimelerle, işveli sunumlarla pazarlanma tekniğine kanıp aldığımız, ağaç katliamının baş sebepcibaşıcısı tuvalet kağıtları var ya, işte onlar öyle sanıldığı gibi, üstüne sifon çekilmekle yağ gibi kanallardan akıp gitmiyormuş meğer. Bir süre sonra logarları tıkayıp size zorlu anlar yaşatırken, belediyeye de para kazanacağı iş çıkarıyormuş. 
Bu tür tıkanıklığı olanların sorunlarını gidermek içinde, belediye peşin olarak 300 liranızı alıyor. Karşılığında size makbuz sunarken, evinizin adresini de kaydediyor. Sonra sizi sıraya koyuyor. Artık onuncu sıradaysanız bütün gün, hatta bütün gece evinize belediyenin göndereceği vidanjörü beklemeye koyuluyorsunuz. 

Merak etmeyin, belediyenin kanalizasyon ekipleri gece, gündüz iki vardiya halinde çalışıyorlar ve 24 saat içinde mutlaka size de ulaşıp, kanalınızı tıkanıklıktan kurtarıyorlar. Bu süreçte sizin yaşadığınız tek sıkıntı, tıkalı tuvaletinizi açılıncaya kadar kullanmamanız oluyor. Bir de evinizi basan pis sudan ve kokudan yemek yiyemeyişiniz, türlü rahatsızlıklar yaşamanıza neden teşkil ediyor. Bir 24 saatlik cefa ömrün yarısını götürüyor gibi geliyor, o da işin psikolojik yanı. Çaresi: “Bu da geçer” diyerek, insanın kendi kendini teskin etmesi. Stresin başka şifası yok bilesiniz... 
Eskiden tuvalet kağıdı diye bir şey yoktu malum. Tuvalete de zaten tuvalet denmezdi. Şehirlerdeki adı helâ, ya da yüznumara, köylerde ise ayakyolu veya kenef olarak bilinirdi  vücut atıklarının boşaltıldığı yerler. Bu bilindik rahatlama mekanlarında, yere yakın taharet muslukları vardı. Musluk olmayan yerlerde bakraç içinde su bulundurulurdu. Bir tas yardımıyla bu suyu sağ elinizle alıp, sol elinize kullandırırdınız.

  Muslukların ve kenef deliğinin gideri evlerin hemen yakınındaki derin bir kuyuya akardı. O kuyular çok derin kazılmış olduğundan, seneler geçse de dolmak bilmezdi. Üzerleri tahtalarla örtülü bu kuyular yanlarından geçerken koku yaysalar da, insanlar bu rahatsızlığın farkındalığına varamazlardı. Normal karşılanan bir yaşam getirisiydi zira. Çocuklar bu kuyuların üzerlerinde, kıyısında, köşesinde oynarlar, ama ne hikmetse hiçbir çocuk içine düşen olmazdı. Kuyuyu yapan ona göre tedbirini almış, üzerini kalaslarla ve ağaç dallarıyla kapatmış olurdu.
Helâda hacet giderilmesinden sonra, kıçı yıkamak için inşa edilmiş yere yakın muslukların kullanımından sonra, duvarda iki çivi arasına gerilmiş ipte asılı, el dikişiyle, evin hanımınca hazırlanmış, hane halkı sayısınca kurulanma bezleri bulunurdu. Her bir bezin üzerinde evde yaşayanların isimlerinin baş harfi nakış edilmiş olurdu. Helâya giren kişi, taharet almasından sonra, isminin baş harfi işlenmiş bezi alır, kıçını kurular, sonra tekrardan aldığı yere asar, işi bitmiş, rahatlamış olarak, hane halkının arasına karışırdı. Hafta da bir bu bezler arap sabunuyla köpürmüş sıcak suda, evin annesi veya kızı tarafından elde yıkanır, kömür ütüsünde ütülenir, sakız gibi apak halleriyle tekrardan helâdaki yerine dizilirdi. Eve haberli misafir geleceği zaman, misafir için özel işaretlenmiş bezler bulundurulurdu. Habersiz gelen misafirler, ya kurulama işini yapmadan yüznumaradan çıkar, ya da mevcutta gördüğü en temiz bezlerden birini değerlendirirdi. Bu tabi ki varsayım. Kişiye özel dar alana, aynı anda ikinci bir kişi giremediğinden, habersiz gelmiş misafirin, hacet sırasında ne halt yediği de aslında kimseler tarafından hiç bilinememektedir.

Sonra çağ atlamalar, modern yaşamda patlamalar oldukça, dilimiz helâları tuvalet olarak ezbere aldı. Wc diyenlerde var, ama o kısaltma daha çok umuma açık yerlerde kullanılıyor. ( Lokanta gibi, sinema, vs.) 
Modern yapılarda bu özel yere daha bir özen gösterilerek, alaturkası alafrangası yapıldı. Eskinin kara taşları, mermerle, mozaikle yer değiştirdi. İlk olarak çömelme zorluğu çekenler için üretimi yapılan klozetler, önce sosyete geçinenlerce benimsendi. Sonra neredeyse her eve girdi. Taharet muslukları yine gündemdeki yerlerini, modernleşmiş şekilleriyle koruyor olsalar da, taharet alanların sayılarında her geçen gün azalmalar oldu. Hal böyle olunca da kıç kurulama bezlerinin yerini de tuvalet kağıdı sektörü eline geçirdi. Nakışlı bezler çöp deryasına gönderildi.
Tuvalet kağıtları medeniyet denilen tüketim canavarının bizi cezp edici halleriydi. Günümüzde tuvalette hacetini giderenler ister kıçı yıkasınlar, ister yıkamasınlar rulolaşmış kağıtlardan bir tomar çekip, temizleniveriyorlar. Sonra da o kağıtları tuvalet deliğinden aşağı, bir sifon çekimlik suyla kanalizasyona gönderiyorlar. Bazıları poşet içine biriktirip dışarı çıktığında çöp bidonuna atsalar da, evdeki çoluk çocuk üşenip, kurulama kağıdını gidere gönderiveriyor.
İşte bu kağıtlar, ne kadar “Su da eriyen” denilse de, maalesef erimiyorlar. Üst üste kanalın içinde birikerek tomarlaşıyorlar ve bir süre sonra büyük bir kartopu görünümüne bürünüp, gideri tıkıyorlar. Ondan sonra “Eyvah” demelerle ani başınıza gelen bu sorundan kurtulma çareleri arıyorsunuz. Sinir harbi içinde olmanız bu sorunu kat be kat artırıyor, çözüme vesile olmuyor. Tek çarenin belediyenin su ve kanalizasyon amirliğinde olduğunu öğreniyorsunuz. 
Hemen telefona sarılıyorsunuz, ücretsiz hatlardan birini çevirerek, karşınıza çıkan memureye sorununuzu iletiyorsunuz. İnce sesli, kibar dilli memure sizi dinledikten sonra, “Gelir Müdürlüğüne giderek 300 lirayı yatırmanız gerekiyor. Evinizin adresini para yatırdığınız veznenin görevlisine bildirin” diyerek sizi yönlendiriyor.
Belediyenin Gelir Müdürlüğü’ne hemen giderek para yatırmanız sorununuzun da hemen çözümü anlamına gelmiyor. Adres bildiriminiz sıralamaya alınıyor, sizden önce kim, ya da kimler aynı sorunla gelmişlerse, onlara öncelik tanınıyor. Ama o gün sonuna kadar tuvalet tıkanıklığınızdan mutlaka kurtulmuş oluyorsunuz. Çünkü belediyenin kanalizasyon ekipleri, iki devre halinde gece gündüz sizleri bu sorundan gidermek için uğraş veriyorlar.

PİS İŞTEN TEMİZ EKMEK PARASI KAZANIMI

Hastanelerin temizlik işlerinde çalışanlar “elin pisliğinden para kazanıyoruz” diye hayıflanmasınlar. Umumi tuvaletlerde bekçilik yapanlar, bütün gün elin pislediğini temizliyoruz, pis kokunun içinde ekmek parası kazanıyoruz” diyerek dert yanmasınlar. Sokakları temizleyen çöpçü bey: “Benim yaptığım elin süprüntüsünü temizlemek, işim kolay değil” diye sızlanmasın, kimse kendisini şanssız addedip Allah'a isyan etmesin. Beterin beteri var. Zira belediyenin kanalizasyon ekibinde çalışanlar resmen b.ktan iş çıkarıp, ekmek parası kazanıyorlar. Gözlerimle gördüm. Tıkalı tuvalet giderini açmak için, sadece vidanjörle su salıp, kanalı açıp geçmiyorlar. Tıkanmayla evin içine kadar taşan kanalizasyon içindeki atıkların içine elleriyle dalıyorlar. Kanallarda birikmiş tuvalet kâğıtlarını b.ka bulanmış, yumaklaşmış halleriyle elleriyle çıkarıyorlar. Yüzleri gözleri, bu pisliğe açık olarak çok yakın vaziyette maruz kalıyor. Dakikalarca, bazen saatlerce süren bu işlemi günde bir kez de yapmıyorlar. Ellerinde kaç hanenin kaydı varsa, mesaileri süresince hepsine yetmeye çalışıyorlar. Ve bu işleri emekli olana dek, her Allah’ın günü bu şekilde sürüp gidiyor. 
Bu insanlar, mesai fazlalığı, iş ağırlığı gözetmeden, ekstra pay almadan, devamlı b.k çukuru temizleyerek evlerinin nafakalarını temin ediyorlar.

Belediyelerde torpille işe girmiş, masa başında oturarak çok para kazanmış insanlar vardır. Bu kişiler kayırmayla kazandıkları parayı rahatlıkla yerken, b.ktan işten para kazananların alın terine ortak olduklarını uzak ihtimal sanmasınlar. 
Bu insanlar günde yedi saat pisliğe bulanmış halde yaşıyor ve o halde evine gidiyor, emeğinin karşılığı aldığı askeri ücretle, ailesiyle yemek yiyor. Belki banyo edip, boktan arınmış olarak yatağa giriyor, ama yine ertesi gün rutin görevini idame ettiriyor. 

Hayat onlar için b.ktan geçiyor muhtemel. Lütfen bu insanları da dikkate alarak, işsizlik ortamında küçük görülen işleri burunlamayalım. Farklılığı alın teri dökmeyle kazanarak sağlayalım. Kolay para kazanmak hayatı kolaylaştırmıyor, zor şartlarda çalışanların durumlarını görmezden gelişimiz, insanlığımızı yitirdiğimiz anlamı taşımaktadır. Bulduğuna razı olmak, kanaatkârlık kalenderlik, bir insan da bulunması gereken başlıca özelliklerden olmalıdır. Az ile yetinmeyi bilmeli, Allah’a şükretmeli ve asla başkaldırmamalıyız. Böyle olabildiğimizde mükâfatı zaten yüce Allah verir. Bunu unutmayalım. 
Tuvalete gitmekte bir nimet, yediğini içtiğini çıkaramayan, doktor kapılarında rahatlamak umuduyla bekleyenlerde var. Hacetten nasiplenen insanlar olarak halimize şükredelim. Her ne iş yapıyorsak en iyi şekilde yaparak kazancımızı helâl kılalım. Afiyetle, sağlıcakla yiyelim inşallah...

Ayfer AYTAÇ 
ayferaytac.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İŞTE FERASET

İdrîs Aleyhisselâm’ın Kıssası