GÜN GÜNE UYMAMALI

Müslümanların İki gün eşit olmamalı
(İki günü aynı olan, [her gün ilerlemeyen, yeni bir şey öğrenmeyen] ziyan etti.)
(İki günü eşit olan aldanmış; bugünü dününden kötü olan ise lanetlenmiştir.)
Cumartesi Yahudilerin ibadet günü,%95 i bugunu ibadetle geçer pazar Hırıstıyanların ibadet günü %85 i bu günü ibadetle gecırır.
Müslümanlar bu iki günde ilerlemiyor tatil yapıyor uyutuluyor..
İslam dini, kalkınmanın dinamik gücüdür. Son iki yüz yıldan beri İslam
dünyasının geri kalış sebebini İslam dinine bağlayan görüşler ortaya
atılmaktadır. Bu görüşlerin sahipleri bazen İslamiyet'i çağın şartlarına
uydurmak, şartlara göre dinde yenilik ve değişiklikler veya reformlar yapılması
gerekliliğinden söz etmektedirler. Oysa İslam dini her çağa ve her yeniliğe
kıyamete kadar cevap verebilecek bir dindir. Çünkü ana kaynak Kur'an tahlif
edilmemiş ve daima çağların önünde olmuştur. Ancak yeni çıkan durumlara
Kur'an'ın çerçevesinde yeni yorumlar yapılarak cevap verilemiyorsa, Kur'an'm
gerisinde kalmmışsa, bu da Müslümanların kendi hata ve yanlışlıklarmdandır.
Suçu dine yüklemeye kimsenin hakkı yoktur. Çünkü İslam dini statik değil,
dinamik bir dindir.
Müslümanların birkaç yüzyıldan beri durakladıkları ve geriledikleri bir
gerçektir. Bunun bir çok sebebi vardır. Kalkınamamayı, gerilemeyi İslam'a
bağlamak bir yanılgı veya gerçeği tam bilmemektir. İslam dini kalkınmaya
engel bir din olsaydı koskoca bir "İslam Medeniyeti" nasıl kurulabilirdi? İslam
dinini ilerlemeye, kalkınmaya mani bir din olarak görmek yüzyıllara hükmetmiş
olan bu büyük medeniyeti inkâr etmek veya görmezlikten gelmek olur. Bu da
tarihi yok saymak demektir.
İslam dini insanın iki dünya mutluğu İçin gelmiştir. O, Üstelik öbür
dünyadaki mutluluğu insanların bu dünyadaki çalışmalarına, hayırlı iş ve
düşüncelerine dayamıştır. Öyleyse mutluluk için kalkınmayı ve ilerlemeyi
sağlayacak temel esasları da ortaya koyması kaçınılmaz bir gerçektir. Mamafih
bu din kalkınmanın temelinde yatan eğitim, bilim, çalışma, zamanı iyi
kullanma, sosyal dayanışma, ahlak, insan haklan ve devamlı ilerleme gibi
esasları Müslümanlara görev olarak yüklemiştir. Nitekim Müslümanlar bu
vazifelerini yerine getirdikleri dönemlerde ilerlemişler, görevlerini yerine
getirmedikleri zamanlarda ise gerilemişlerdir. Biz burada ilerlemeyi sağlayan bu
dinamik esasların önemli gördüğümüz bir kısmını izah etmeye çalışacağız. Bu
İzahlardan bir memleketin, bir milletin, bir toplumun yükselmesi ve kalkınması
için İslam dininde ne kadar etken esasların olduğunu göreceğiz.
Şu da bir gerçektir ki, bir toplumun veya ülkenin kalkınması, ilerlemesi
sadece bir faktöre bağlı değildir. Tek bir faktör, kalkınmanın dinamik gücü asla
olamaz. Kalkınma çok yönlü faktörlere bağlıdır. İyi yetişmiş insan faktörü
bunların başında gelir. Bundan başka kalkınmada, coğrafî (tabiat şartları, toprak,
iklim, yeraltı kaynaklan), ırkî, dinî, fikrî, iktisadî, tarihî, sosyal ve kültürel
faktörler gibi çok yönlü etkenler vardır. Bu nedenle kalkınmayı ilerlemeyi yahut
geri kalmayı sadece dine bağlamak hiç doğru değildir. Biz burada kalkınmayı
sağlayıcı bu dinamik güçlerin bir kısmını ele alarak, bu güçlerin İslam
toplumunda oynadığı
A-Kalkınmada En Etken Faktör Olan İnsana Önem Verilmesi
Kalkınmanın en dinamik unsuru İnsandır. Cenab-ı Allah, Kur'an-ı
Kerim'de "Biz insanı, en güzel suret ve biçimde yarattık"1
diyerek insanı övmüş
ve ona önem vermiştir. "Biz insanı çok şerefli kıldık" 2
diyerek de onun şeref ve
üstünlüğünü vurgulamıştır. İslam dini de insana gelmiş olup onun mutluluğu
için gerekli hususları içermektedir. İnsana faydalı olanı emir ve tavsiye etmiş,
zararlı olanları da yasaklamıştır. Onun maddî ve manevi gelişiminin
sağlanmasını istemiştir. Akıl, beden ve ruh sağlığını koruyucu tedbirler
koymuştur. İnsan sağlığının temelinde yatan temizliği emretmiş ve ibadetlerin
ön şartı yapmıştır. İnsanın malına, canına ve haklarına verilecek zararları
yasaklayarak insanı korumaya almıştır. İnsanın eğitilmesi, yetişmesi, ahlaklı
olması, haklarının gözetilmesi ve mutlu olmasını istemiştir. Bu hususlar
makalemiz içinde ayrı başlıklar altında anlatılacaktır.
Kur'an~ı Kerim'in 76. Sûresinin ismi de "İıısan"dır. Fakat Kur'an ölülere
değil dirilere gelmiştir. Ne yazıktır ki insanlar onu hep ölülerinin arkasından
okunan bir kitap kabul ederek, ölmüşlerinin arkasından okumuşlardır. İçindeki
dinamik esasların diriler için olduğunu ve dirilerin bunları tutması gerektiği
gerçeğini yeterince görmemişlerdir. Bu da dinamik olan İslam dinini
Müslümanların bazı dönemlerde statik (durağan) olarak yaşaması gibi acı bir
tabloyu doğurmuştur.
İnsanların İlk barınak ve mesken biçimlerinden bugüne kadar ortaya
koydukları örnekler ve eserler insan gelişimindeki zekâ, bilgi ve san'at
kabiliyetlerinin üstünlüğünü belirtir. İnsanın yumak yumak ve belirsiz bir yığın
kabiliyetlerle donanmış olduğunu ve yeni dünyayı da bu kabiliyetlerle
oluşturduğunu gösterir.3
Bunun için İslam, Allah'ın övgüsüne mazhar olan
insana gelmiştir ve insana önem vermiştir, dirilere hitap etmiştir. Diriler, Kur'an
ve sünnette bulunan kalkınmanın dinamik esaslarını iyi anlayıp
uygulamalıdırlar. Nitekim insan kendi yaratılışına ve kabiliyetlerine uygun
hareket edemediği takdirde, onun "En aşağıların aşağısına çevrilip indirileceği,
ancak iman edip güzel işler üretenlerin bundan müstesna olduğu ve bunlar için
büyük bir ecir olduğu" 4
açıkça belirtilmiştir. İnsanın ilerlemesi ve gerilemesi de
kendi elindedir. Nitekim Şûra Sûresinde: "Başınıza gelen her hangi bir musibet,
kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir" 5
denmiştir. Şu durumda çeşitli
niteliklerle donatılmış olan insan, kendisine yüklenen önemli fonksiyon ve
görevleri yerine getirdiği takdirde yükselecek, getirmediği zaman da çok aşağı
durumlara düşecektir.
Kalkınmada en önemli faktör yetişmiş ve nitelikli insan gücüdür. Çeşitli
kabiliyet ve yeteneklerle donatılmış insanın bu kabiliyet ve yetenekleri eğitim
yoluyla geliştirilerek nitelikli insan gücüne sahip olmak gereklidir. Nitelikli
insan gücünün yetişmesi için İslâm dini eğitime ve insanı üstün vasıflı yapacak
ahlâkî değerlere önem vermiştir.
Bir ülkede önemli olan, kalkınma için gerekli gelişmeye en uygun katkısı
bulunabilecek sahalarda bir insan gücü arzının görülmesidir. Belirli sahalarda
bir fazlaya sahip oluş, diğer bazı sahalarda ise, bir açıkla karşılaşılması, birçok
ülkenin karşı karşıya olduğu bir problemdir. Genellikle, gelişmekte olan
ülkelerin meslekî ve teknik insan gücü açığı buna bir örnektir. Önemli olan,
kalkınma için gerekli ve gelişmeye optimum katkısı bulunabilecek sahalarda bir
insan gücü eksikliğinden ziyade, fazlasının bulunmasıdır. 6
Nitelik ve nicelik
bakımından yeterli ha/e gelen ve kalkınmaya en uygun katkıda bulunabilecek
insan gücünün, aynı zamanda, ekonominin ihtiyaç duyduğu sahalarda
bulunması da şarttır.7
Şu durumda eğitim yoluyla nitelikli insan gücünü
yetiştirirken istihdam açısından da ihtiyaçları gözetmek gereklidir. Her sahada
noksan değil fazladan yetişmiş insan gücü bulunmalıdır.
Bunun için İslam dini kalkınma ve ilerlemede baş rol oynayacak olan
insana ve onun eğitilerek yetiştirilmesine çok önem vermiştir.
B-Akla ve Tefekküre Önem Verilmesi
İslam dininin akla büyük önem verdiği görülmektedir. Öncelikle, İslam
dini aklı ve akıllıyı hedef almış, onu muhatap edinmiştir. Kur'ân-ı Kerim akıllı
insana inmiştir. İlahi emanetler akla teslim edilmiştir. Peygamberler, akıl sahibi
insanlara gönderilmiştir. Bu konuda Hz. Peygamber, "Aklı olmayanın dini de
yoktur"8
ve "Allah akıldan daha değerli bir şey yaratmamıştır" 9
demiştir.
Bundan dolayı akıl insan için en büyük bir değerdir. İnsan aklı derecesinde
başarılara ulaşır. Ayrıca akıl hem bilimin hem de İslam'da sorumluluğun
kaynağıdır. Aklı olmayanın sorumluluğu yoktur.
Düşünen, tefekkür eden ve aklını çalıştıran kulunu Allah, Kur'an'da
övmektedir. Akıl, insanı daima düşünmeğe ve çalışmaya sevk eder. Bu sebeple
Allah, akıl sahiplerinin akıllarını çalıştırmalarını istemektedir.10
"Allah,
akıllarını kullanmayanları pislik içinde kor"
n
buyurulmuştur. İnsan,
düşündüğü, tefekkür ettiği ve çalıştığı zaman her sahada ilerleyecek ve
mutluluğa erecektir. Allah'ın insanlara bahşettiği en büyük nimet olan aklı
çalıştırmamak ise insanın felakete düşmesi için yeterlidir.
Aşağıda zikredeceğim Hz. Peygamberle eşi Hz. Aişe arasında geçen bir
konuşma aklın hem dünya hem de ahret için önemini vurgulamaktadır:
Bir gün Hz. Aişe, Efendimize:
"-Ya Resûlallah! İnsanlar dünyada birbirlerinden neleriyle temayüz
ederler?" diye sorunca, Efendimiz bu suali,
"-Akıllarıyla" diye cevaplandırmıştır. Bu cevabı müteakip Hz. Aişe,
"-Ya ahirette neleriyle temayüz ederler?" diye sordu. Efendimiz bu suali
de aynı cevapla cevaplandırdılar:
"-Akıllarıyla."
Bu ikinci cevapta hayrete düşen Hz. Aişe:
"-Ya Rasulallah! İnsanlar ahrette amellerine göre mükâfat ve mücazat
görmeyecekler mi?" deyince, Efendimiz buyurdular ki:
"Herkes aklı kadar iş işlemeyecek mi?"
Bu hadisten anlaşıldığı kadar insan her iki dünya için de aklını kullanması
gerekiyor.
C-Eğitim ve Bilime Önem Verilmesi
Kalkınmanın temelinde eğitim yatar. Bir ülkenin kalkınmışlığının
seviyesi eğitilmiş insan gücü ile paraleldir. Bunun için tarih boyunca toplumlar
insan eğitimine önem vermiştir. Eğİtim-öğretim yoluyla onun gücü, enerjisi ve
kabiliyetlerinin geliştirilmesi ülkelerin ve toplumların en önemli uğraşısı
olmuştur. Çünkü sosyal gelişme, her sahada ilerleme, ekonomik büyüme ve
millî kültürün nesilden nesile intikali ancak insanın eğitilmesi ile mümkün
olabilmektedir. Bilgi, davranış ve kabiliyetlerin geliştirilmesi ve kişiye
kazandırılması ancak eğitim ile mümkündür. Eğitimden faydalananların sosyal
tabakalaşma piramidinde yukarı doğru hareket edecekleri, yeni statüler
kazanacakları ve buna bağlı olarak meslek edinecekleri13
muhakkaktır.
İslam dininin ilme ve eğitim-öğretime vurgusu çok güçlüdür. İslam,
bilim, Öğrenme, öğretme, eğitme, yetiştirme ve olgunlaştırma dinidir. Kur'an'm
bütün âyetlerinde esas itibariyle Hz. Peygamber tarafından öğrenme ve onun
aracılığı ile öğretme vardır. Her âyet, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bir
öğrenme ve öğretmedir. Hz. Peygamber vahiy yoluyla Allah'tan öğrendiklerini
Müslümanlara öğretirdi. Anlamadıkları hususları izah eder ve belirli bir
olgunluğa eriştirene kadar eğitici faaliyetlerine devam ederdi.
Yüce Allah (C.C.) Peygamberlerine gönderdiği vahiy yoluyla yarattığı
insanın eğiticisi olmuştur. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim'in ilk âyeti, Yüce
Allah'ın Peygamberine ilk hitabı "Oku" emri olmuştur. Alak sûresinin başında
yer alan âyetlerde "Seni yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı kan pıhtısından
yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O kalemle yazmayı öğretendir.
İnsana bilmediği şeyleri o Öğretti." 1 4
buyurmuştur. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de
Allah Teala'nın Hz. Adem'e bütün isimlen öğrettiği 1 5
, Davut Aleyhİsselam'a
zırh-elbise sanatını öğrettiğ i 1 6
zik redilmektedir. Esasen Yüce Allah'ın bir ismi
ve sıfatı olan "Rab" kelimesinin terbiyeci-eğitime i anlamına geldiğini göz
önünde bulundurursak Rabb'imizin eğitim-Öğretime ne büyük önem verdiğini
daha iyi anlamış oluruz.
Bilime, bilgine, Öğrenmeye ve öğretmeye önem veren bazı âyet ve
hadisleri burada belirtmek faydalı olacaktır:
"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"17
"İlim (hikmet) her kadın ve erkek üzerine farzdır." 1 8
"Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz." 19
"İlim Çin'de dahi olsa öğreniniz." 2 0
"İlim öğrenin ve onu insanlara öğretin." 2 1
"İlim Mü'minin kaybolmuş malıdır, onu nerede bulursa alır." 2 2
"En faziletli sadaka Müslüman'ın ilim öğrenip sonra onu Müslüman
kardeşine öğretmesidir." 2 3
"Bilginler (el-Ulemâ) Peygamberlerin mirasçılarıdır." 2 4
"Kim ilim yoluna girerse Allah da onun cennete giden yolunu
kolaylaştırır" 2 5
"Çocuklarınıza hoş muamelede bulunun ve onları güzel eğitin." 2 0
"Hiçbir ana-baba çocuğuna güzel terbiye (eğitim) den daha iyi bir miras
bırakamaz." 2 7
"Allah beni bir muallim (öğretici) olarak gönderdi" 2 8
diyen Hz.
Muhammed kendisinin de bir eğitici olduğunu açıklamıştır.
Cahiliye devrinin cehaletini, çirkinliklerini, taklitçiliğini ve hurafelerini
reddeden Hz. Muhammed ilme ve hikmete sarılarak: "Allah'ım ilmimi artır" 2 9
diye devamlı dua etmiştir. 3 0
Üstelik "İki günü birbirine eşit olan Müslüman
zarardadır." 3 1
diyerek devamlı ilerlemeyi istemiştir.
Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim'in âyetlerine baktığımızda insanın
kendisini tanıyıp bileceği konulara bakmayı emreden 350, yeryüzünü
araştırmaya teşvik eden 50'den fazla âyet mevcuttur/ Eğitim-Öğretım ve pozitif
ilimlere işaret edenlerin ise 750 civarında âyetin olduğunu görmekteyiz. 3 3
Aklı
kullanmayı öngören âyetlerin sayısı 65, cehaleti, bilgisizliği yeren âyetlerin
sayısı ise 25 kadardır. Bu durum da göstermektedir ki; islam Dini bilim, eğitim
ve öğretime çok önem vermektedir. Cehalet ve bilgisizlik ise en büyük
düşmanıdır. 3 4
Görülüyor ki İslam Dini kalkınmanın en itici gücü olan eğitim-öğretim ve
bilime çok önem vermiştir. Fakat Müslümanlar eğitim-öğretim ve bilime aynı
ölçüde önem verebilmişler midir?
sarsılır. İş, görev ve sorumluluklar gereğince yerine getirilmez. Çalışma düzeni
bozulur. Üretim düşük, ürünler kalitesiz olur. Mal ve can güvenliği kalmaz.
Toplumda yalan, haset, kin, düşmanlık hırsızlık ve haksızlıklar kol
gezeceğinden hiçbir huzur olmaz. İnsanlar, çalışma hayatında ahenk
kalmadığında hiçbir sahada ilerleme ve kalkınma sağlayamaz. Bunun için İslam
dini bu önemli konunun üzerinde önemle durmuş ve son peygamber Hz
Muhammed insanlığa güzel ahlakta örnek olmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamberin ahlâkı "Muhakkak ki sen en büyük
ahlâk üzeresin" 3 5
diye Övülmüştür. Kendisi de "Ben ancak güzel ahlâkı
tamamlamak için gönderildim" 3 6
buyurmuştur. O'nun kişiliği ve ahlâkı bütün
insanlar için örnektir. Bunun için Kur'an-ı Kerim'de "Andolsun, Allah'ın
Resulünde sizin için güzel örnek vardır" 3 7
buyurulmuştur.
Kur'ân-ı Kerim güzel ahlâkı, iyiliği, doğruluğu, dürüstlüğü, adâleti, iffeti,
cesareti, sabrı, nefse hakimiyeti, ana-babaya itaati, muhtaçlara yardımı,
emanetlere riayeti, verilen sözü yerine getirmeyi, hainlik etmemeyi, iftirada
bulunmamayı, barış içinde yaşamayı, kimseye zarar vermemeyi, yalancılık
yapmamayı, hilekârlık yapmamayı, aldatmamayı, cimrilik yapmamayı, kan
dökmemeyi, zulüm yapmamayı, kinci olmamayı, israf etmemeyi, hayırlı işlerde
yarış yapmayı, çalışmayı, dayanışmayı, kul hakkı yememeyi, kardeşliği,
dayanışmayı ve her türlü güzelliği insandan ister. Kısaca iyilikleri emir,
kötülükleri de yasaklar.
Resulüllah'ın ahlâkı da Kur'an ahlâkından ibaretti38
. Kur'an İnsandan ne
istemişse hepsi onda mevcuttu. Bunun için Kur'an, insanlardan O'nu örnek
almalarını istemiştir, Onda örnek alacak özelliklerin olduğuna dikkati çekmiştir.
Hz. Peygamberi kendisine örnek alarak Kur'an ahlakıyla ahlâklanan
insanlarda ve bu insanlardan oluşan toplumlarda bir kötülük, tembellik ve bir
geriye gidiş bulmak mümkün olur mu? Böyle bir toplumda yaşanan her türlü
güzellik paralelinde ilerleme ve kalkınma kendiliğinden oluşur.
E-İnsan Haklarına Önem Verilmesi
İnsan haklarının olmadığı yerde hiçbir gelişme, ilerleme ve kalkınma
olmaz. Böyle bir ortamda insanlar endişeli, tedirgin, güvensiz, atılmışız, üzgün,
kırgın, acılı, bitkin, emniyetsiz ve haksızlığa uğramış olmanın buruk ezikliği
içinde hayata küskün bir şekilde yaşarlar. Kabiliyet, beceri ve yeteneklerini
kullanamazlar. İnsanların ilerleme ve kalkınmaya katkıları beklenemez.
İslam dini insan haklarına son derece büyük önem vermiştir. İslam dini
geldiğinde daha önceki haksızlıkları, vahşeti, zulmü, ezilmişliği, sınıf
ayrılıklarını ve kula kulluğu kaldırarak insanlara insanca yaşama ortamını
hazırlamıştır.
İslam dininin insanlara sağladığı bazı önemli haklan başlıklar halinde
şöyle sıralayabiliriz:
1. Yaşama hakkı 3 9
2. Mülkiyet Hakkı 4 0
3. Hürriyet hakkı 4 1
4. Eşitlik Hakkı 4 2
5. Kişiliğini, namus ve şerefini koruma hakkı 4 3
6. Mesken dokunulmazlığı 4 4
7. Din ve inanç hürriyeti 4 5
8. Özel hayatın gizliliği 4 6
9. Kanun önünde eşitlik ve adalet47
10. Evlenme ve aile kurma hakkı 4 8
11. Adalete başvurma hakkı 4 9
12. İşkenceden korunma hakkı 5 0
13. Çalışma Hakkı 5 1
14. Eğitim-öğretim hakkı 5 2
15. Azinlık haklan5 3
Bu haklar insanlara verilen hakların hepsi değildir. İslam dini insanlar,
hayvanlar ve bitkilere önemli haklar getirmiştir. Hakların gözetilerek dünyanın
canlı-cansız bir ahenk ve uyum içinde olmasını sağlamak istemiştir. Hz.
Peygamber "Her hak sahibine hakkını ver"
4
tavsiyesiyle herkese hakkının
verilmesini istemiştir. Bütün hadis kitaplarında yer alan veda hutbesinde de
insanlara mal, can, namus, şeref ve diğer haklar konusunu önemle
vurgulamıştır. Bir hadiste de insanın ilahi hesap gününde hesabım vermeden
kurtulamayacağını şöyle ifade eder: "Ahirette insan, hayatını nerede
tükettiğinden, servetini nasıl kazanıp nerede harcadığından, ne gibi işler
yaptığından, bedenini nasıl eskittiğinden ve bildikleriyle amel edip
etmediğinden hesaba çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz." 5 5
İslam dininin sağladığı bütün bu hak ve hürriyetler, sorumluk duygusu
insanların çalışıp ilerlemesi, kalkınması ve huzur içinde yaşaması içindir.
F-İnsamn Çalışıp Kazanmaya Teşvik Edilmesi
Kalkınmanın temelinde insanın kabiliyet, beceri ve yeteneklerini
kullanarak planlı bir şekilde çalışması yatmaktadır. Bunun İçin Kur'an-ı
Kerim'de "İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır," 5 6
denilmiştir. Bununla
birlikte yine bir ayette çalışıp üretme konusu şöyle tavsiye edilmektedir: "İş
yapıp değer üretin; yapıp ürettiğinizi Allah da Resulü de mü'minler de
görecektir. Ve siz, görülmeyen âlemi de görülen âlemi de bilenin huzuruna
döndürüleceksiniz; o size, yapıp ettiklerinizi birbir haber verecektir."57
Hz. Peygamber de. "Hiçbir kimse, el emeğinden daha hayırlı bir lokma
yememiştir," 5 8
diyerek insanın en kıymetli ve helal yiyeceğinin hakkıyla çalışıp
kazandıkları olduğunu belirtmiştir.
Çalışırken herkesin kendi işini en iyi şekilde yapması gerekmektedir. Her
kişi meslek ve sanatının hakkını vererek işini en güzel şekilde icra etmelidir.
Bunun için Hz. Peygamber: "Allah işinizi yaparken onu sağlam yapmanızı İster,
bundan memnun olur" 5 9
buyurmuştur.
Diğer taraftan İslam dini, işlerin en güzel şekilde yapabilecek ehliyetli
kişilere verilmesini ister. Bunun için Hz Peygamber: "İşler ehliyetsiz kimselere
verildiği zaman kıyameti bekle!"60
buyurmuştur. Şüphesiz işinin ehli olan kişiler
kendilerine verilen yükümlülükleri en güzel şekilde yerine getirirler. Bu da
üretimde herkesi memnun edecek kaliteyi kendiliğinden doğurur. Kaliteli mal
ise rağbet görür, pazarlarda tutunur; üreticisini kazandırır.
Hz. Peygamber: "İki günü birbirine eşit olan Müslüman zarardadır" 6 1
diyerek bir Müslüman'ın yeni çalışma metotları ve üretim teknolojisi ile her
geçen gün daha ileriye gitmesine işaret ettiği düşünülmektedir.
Görülüyor ki İslam dini, helalinden çalışıp kazanmaya, işini sağlam
yapmaya ve böylece ekonomik yönden ilerlemeye teşvik etmektedir.
G-Kalkınmayı Sağlayacak Sosyal Dayanışma Esaslarının Konulması
İslam dini kalkınmayı sağlayacak bir takım sosyal dayanışma esaslarını
da koymuştur. Fert ve toplumun dayanışması, yardımlaşması ve bu yolla
sıkıntılarının giderilerek refah ve mutluluğa ermesi konusunda bir dizi tedbirler
getirmiştir. Bunların çoğunu ibadet şeklinde emretmiştir. Bir diğer deyişle
sosyal dayanışmayı bir ibadet haline getirmiştir. Bunların bazılarım şöyle
sıralayabiliriz:
1-Sevgi ve Saygı
Sevgi ve saygı toplumu, kaynaştıran ve bütünleştiren en önemli bir
harçtır. Sevgi ve saygıyı kaybeden toplumların çalışma hayatında,
dayanışmasında, yardımlaşmasında ve kaynaşmasında bir verim olmaz. Böyle
toplumlarda huzur ve güven de kaybolur. Bunun İçin Kur'an-ı Kerim Hucurât
sûresinde inananları kardeş ilan etmiş ve kardeşçe yaşamalarını istemiştir. 0 2
Hz.
Peygamber "Birbirinizi sevmedikçe tam anlamıyla inanmış olmazsınız" 6 3
diyerek sevgiyi imanın gereği olarak görmüştür. Bir diğer hadiste de
""Mü'minler birbirini sevmekte, birbirine merhamet etmekte ve her konuda
yardımlaşmada bir beden gibidirler. Vücudun herhangi bir organı hastalanınca,
diğer organları da uykusuzluk ve acıyla bundan rahatsız olur etkilenirler."64
Burada İnananların sevgi, merhamet ve yardımlaşmada bir vücudun organları
gibi dayanışma içinde olmaları istenmektedir. Böylesine bir uyum içinde olan
her konuda ilerlemenin ve kalkınmanın en önemli örneğini verebilirler. Bunun
için bir hadiste "Küçüğünü sevmeyen, büyüğünü saymayan bizden değildir" 6 5
denilmiştir. Bir diğer hadiste de: "İçinizden her hangi bir kendisi için sevip
istediğini din kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz"66
denilerek
inananların kendisi için sevdiğini başkaları için de sevmeleri imanın gereği
görülmüştür.
Sevgi ve saygı kuralları içinde yaşayan toplumlar sorunlarını bir diyalog
ve anlayış içinde kolayca çözebilirler. Kalkınmanın ve ilerlemenin önündeki
engelleri ortadan kaldırabilirler.
2-Biriik ve Kardeşlik
İslam dini kalkınmanın en önemli ilkelerinden biri olan sosyal
bütünleşmeyi sağlayıcı, birlik ve kardeşliği temin edici hususlar üzerinde
önemle durmuştur.
Sosyal adalet meselesini tevhid madalyonunun diğer yüzü kabul eden,
herkese insanî ölçüler içinde mutedil bir hayat sürmeyi telkin eden İslâm'ın ,
günümüz sosyolojisinin henüz idrak ettiği gerçek entegrasyonu çok önceleri
tesis ettiği, bugün de aynı entegrasyonu sağlayıcı karakterini koruduğu ve
devam ettirdiği rahatlıkla görülecektir. 6 7
Hucurât sûresinde "Mü'minler ancak kardeşdirler..." 6 8
Duyurulurken Hz.
Muhammed de mü'minlerin kardeşliği konusunda şöyle der:
"Müslüman Müslüman'ın kardeşidir; ona hiyanet etmez; onu yaralamaz,
küçük düşürmez. Her Müslüman'ın diğerine namusu, malı ve kanı haramdır.
Takva işte buradadır, (kalpdedir). Bir kimseye kötülük olarak Müslüman
kardeşini hor görmesi kâfidir." 6 9
Gene inananların birlik ve beraberlik içinde yaşamaları Kur'an-ı
Kerim'de emir ve tavsiye edilmektedir:
"Hepiniz birden Allah'ın ipine (Kur'an'a, İslâm'a) sarılın; ayrılığa
düşmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman
kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde
kardeşler olmuştunuz."
Allah ve Resulüne itaat edilmeyerek çekişmeler ve didişmeler ile ayrılığa
düşüldüğünde ise, devlet ve gücün yok olacağını şu âyet çok güzel ifade
etmektedir:
"Allah ve Resûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya
kapılırsınız da devletiniz/gücünüz gider..."71
Hz. Peygamber de: "Size birlik halinde bulunmanızı tavsiye ederim;
ayrılığa düşüp dağılmaktan da şiddetle kaçınmanızı isterim. Zira şeytan, yalnız
başına yaşayana yakın olup -ik i kişi de olsa- birlikte yaşayanlardan uzaktır.
Kim cennetin ta ortasında bulunmak İsterse birliğe yönelsin." buyurmuştur.
Bu âyet ve hadisler birlik ve beraberlik içinde kardeşçe yaşamayı ve
bunun gereği olan sosyal dayanışmayı kesin bir şekilde emretmektedir. Birlikten
kuvvet doğacağı ve bu kuvvetle de toplumun hem güçlü hem de el birliğiyle
daha ileri gideceği muhakkaktır.
3-Karşılıklı Yardımlaşma
İslam dini, inananların karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma içinde
olmalarını istemiştir. Kur'an'da bütün insanlara "İyİlİk ve takva (Allah'a karşı
sorumluluk bilinci) üzere yardımlaşın" 7 2
çağrısı yapılmıştır. Bu âyetle
yardımlaşmanın iki yönü vardır. Birisi, Allah'ın rızasına bakan yönüdür (takva),
diğeri ise insanların rızasına bakan yönüdür (birr-iyilik). Yardımlaşmada her
ikisini de gözeten kimse en büyük mutluluğa erişmiş demektir.73
Hz. Peygamber
de "Hayra delalet eden onu yapmış gibidir" 7 4
demiştir.
İyilik ve takva üzere yardımlaşmak çok yönlüdür. İlim sahibi bir insan
ilmiyle, zengin malıyla, güçlü, gücüyle yardım edecek ve insanlar tek bir el gibi
olacaklardır. 7 5
İşte bu dayanışma, kalkınmanın en önemli dinamiğidir.
4- Hediycleşme
Müslümanlar arası hediyeleşme de çok önemlidir. Esasen hemen her
toplumda görülen hediyeleşme adetinin neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir
geçmişi vardır. 7 6
Hz. Peygamber de hediyeleşmenin kural olarak insanlar
arasındaki sevgi ve dostluğu geliştirdiğini, kıskançlık, bencillik ve cimrilik gibi
kötü duygulan giderdiğini ve rızkın genişletilmesine vesile olduğunu belirterek
hediyeleşmeyi teşvik etmiştir. 7 7
Hz. Muhammed, kendisine getirilen hediyeleri
temiz ve helal olduğu sürece kabul etmiş ve hediyelere yine hediye ile karşılık
vermiştir. 7 8
Bu konuda "Hediyeleşin ki, birbirinizi sevesiniz"79
buyurmuştur.
Böylece karşılıklı hediyeleşmenin önemini vurgulamıştır. Hediyeleşmenin
karşılıklı meydana getirdiği sevgi, saygı ve dayanışma çalışma hayatında
verimliliği artırır. Verimlilik de kalkınmayı sağlayan bir unsurdur.
5- Tasadduk
Sosyal dayanışma konusunda tasadduk önemli bir yer tutar. İslam dini
inananlara mallarından tasadduk etmelerini, vermelerini, yedirmelerini, ikram
etmelerini ve ihsan etmelerini emir ve tavsiye etmiştir. Her müslüman "yaptığı
her şeyden bir gün hesaba çekileceğini..." 8 0
"Hayır namına yaptığı her şeyi
götüreceği bir günün olduğunu " 8 I
ve "yapılanların o gün karşılığının tastamam
görüleceğini" 8 2
bilir. Bunun için her mü'min gücünün yettiği ölçüde bilgisiyle,
malıyla ve gücüyle başkalarına yardım yapmak, iyilik etmek duygusuyla
doludur.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke'den Medine'ye hicret esnasında Küba'ya
uğramış, orada Cuma namazını kıldırmış ve bu münasebetle irad ettiği hutbede
şu sözlere yer vermiştir: "...sizlerden kim bir hurma parçacığı ile de olsa
kendisini ateşten kurtarabiliyorsa kurtarsın. Sadaka olarak verecek hiçbir şeyi
bulunmayanlar ise, tatlılık ve iyilikle bir söz söylesinler..." ~ Sevgi ve
dayanışma toplumu olan İslam toplumunda, verecek bir şey bulunmaması
durumunda en azından güler yüz ve güzel sözlü olmalıdır. Bu da bir
tasadduktur.
Tasadduk ve infak etmek konusunda Kur'an-ı Kerim'de çokça tavsiye ve
hatırlatma vardır. Bunlardan bir kaçını burada hatırlatmak isterim: "Sadaka
veren erkeklerle sadaka veren kadınlara... (verdikleri) kat kat yapılır ve onlar
için (ayrıca) şerefli bir mükâfat da vardır." "Ey iman edenler! Size rızık
olarak verdiğimizden infak edin." 8 5
Burada infak edilmesi istenirken verilen
malın Allah'ın insanlara verdiğinden olduğu hatırlatılmaktadır.
Esasen bu tasadduk Allah'ın insana verdiği mülkten yapıldığından
Allah'ın mülkü üzerinde yaşayan bütün insanlığı kapsamaktadır. Allah, inansın
inanmasın her kuluna her türlü nimetini verdiğine göre insanların da birbirlerine
bu varlıklardan vermeleri gerekir. İnsanları doyuran Allah'ı doyurmuş, giydiren
Allah'ı giydirmiş, hasta olmaları halinde onları ziyaret eden Allah'ı ziyaret
etmiş gibi olur. 8 6
Bir ayet-i kerimede de: "Allah sizi, din konusunda sizinle
savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik etmekten ve onlara
adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever."87
buyurularak iyilik yapmanın Müslümanlarla sınırlı olmadığını belittir.
İnfak konusunda Kur'an-ı Kerim'in Bakara sûresinde iki ayet çok dikkat
çekicidir: "Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkarmış
olduklarımızın temiz ve güzellerinden infak edin. Kendinizin göz yummadan
alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah Ganî'dir,
cömertliğine sınır yoktur; Hamîd'dir, bütün övgülerin sahibidir/övgüye layık
olanları gereğince över." 8 8
"Şeytan sizi fakirlikle korkutur, sizi görünür
görünmez çirkinliklere sürükler. Allah ise size kendisinden bir bağışlanma ve
lütuf vaat eder. Allah, Vâsi'dir, Alîm'dir". 8 9
"İnfak edilenler, Allah yolunda
kapanıp kalmış, yeryüzünde dolaşamaz olmuş yoksullar içindir. İffet ve onurlan
yüzünden, cahiller bunları, zengin kişiler sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın.
Yüzsüzlük ve yırtıklık ederek insanlardan bir şey istemezler. Nimet ve
imkândan infak ettiğiniz her şeyi, Allah çok iyi bitmektedir."90
6-Zekât
Sosyal dayanışmanın en Önemli ve güçlü müesseselerinden birisi zekâttır.
Zekât, İslam'da asgarî yardımlaşmayı sağlayan malî bir ibadettir. Zenginin
malının kırkta birini yoksullara dağıtmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de "Allah'ın size
verdiği malından siz de onlara veriniz" 9 1
buyurulmuştur. Servetin sadece
zenginlerde dolaşmayıp toplumun tüm kesimlerine yayılması konusunda da. "O
servet, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın." 9 2
buyurulmuştur. Müslüman'ın malının zekâtını vermesi Allah'a bir şükran,
insanlara da bir sevgi ifadesidir. Ayrıca kazancını sağladığı için de yaşadığı
topluma bir teşekkür ifadesidir.
Kur'an'da "Hidayet ve müjde, namaz kılan, zekât veren Müslümanlar
içindir" denilerek zekât verenlerin çeşitli mükâfatlar kavuşacağı müjdesi
verilmiştir.
Bir ayete de "Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir.
Asıl iyi olan, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan,
yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve kölelere sevdiği
maldan harcayan, namaz kılan ve zekât verenlerdir."93
denilerek zekâtı
vermenin iyilik olduğu belirtilmiştir.
Zekât, fakir ve zengin arasında bir köprü vazifesi görür. İkisi arasında
güven, saygı ve sevgi oluşur.
Sosyal dayanışmanın temelini oluşturan zekâtın bir ibadet anlayışıyla
fakir, kimsesiz, muhtaç, yetim, yolda kalmış ve borçlulara verilmesi topluma
Önemli bir kaynaşma, dayanışma ve sosyal bütünleşmeyi kazandırır. Bu da
Müslüman toplumun topyekün bir refah seviyesine ulaşması neticesini doğurur.
Böylece toplumda dinamik bir ilerlemeyi sağlamış olur.
7- Fıtır Sadakası
Fıtır sadakası zekât gibi malî bir ibadettir. Kısaca "fitre" denmektedir.
Ramazan ayında temel ihtiyaçlarının dışında belli bir miktar mala sahip olan
Müslümanların kendileri ve velayetleri altındakiler için fakirlere verdikleri belli
miktarlardaki malî yardımlardır.
Fitre, bir kişinin bir günlük yiyeceğine eşit bir miktarını bayram
namazından önce verilerek yoksulları bayram neşe ve sevincine ortak etmeye
yönelik bir sosyal yardımlaşmadır. Bu haliyle toplumda sevinç, kaynaşma ve
bütünleşmeyi sağlar. Böylece toplumu daha mutla ve güçlü hale getirmiş olur.
8- Kurban
İslam dininde dayanışma,yardımlaşma ve bütünleşmeyi sağlayan
ibadetlerden birisi de Kurban ibadetidir. Kurban bayramında belli niteliklerdeki
hayvanları keserek etini topluma dağıtmaktır.
Kurban konusunda Kur"an-ı Kerİm'de şöyle buyurulmuştur:
"Kurbanlarınızın etleri ve kanları Allah'a ulaşmaz; fakat sizin takvanız
O'na ulaşır."
Şu durumda kurban kesen insan, kestiği hayvanın etini çevresindeki
insanlara sunarken samimi bağlılığını da Allah'a sunmuş oluyor. Böylece
yoksulları etle doyurarak Allah'ın rızasını kazanmış oluyor. Kurban bir zengİnfakir dayanışmasını sağladığından toplumu bütünleştiren ve zindeleştiren
dinamik bir güç olmaktadır.
9- Karz-ı Haseıı
Karz-ı Hasen, güzel borç demektir. Güzel borç denmesinin sebebi,
ihtiyacı olanları desteklemek, dardan kurtarmak veya kalkındırmak için tekrar
ödenmek şartıyla verilen mali destektir. Bu borç vermede kişi aldığı kadarının
aynısını tekrar öder. Riba uygulanmaz.. Borçlu ödemede zor duruma
düşürülmez. ödemesinde kolaylık sağlama imkânları da vardır. Bunun için
böyle bir borç verme olayına "Güzel borç" denmiştir. Nitekim Kur'an-ı
Kerim'de: "Allah'a karşılığını çok çok arttıracağı güzel bir borç verecek olan
kimdir?" 9 4
buyrularak inananlar karz-ı hasende bulunmaya teşvik edilir.
Çeşitli kabiliyet ve yeteneklere sahip bir insana veya mesleğine, işine
yeni atılmış olan fakat malî imkânsızlıklar içinde kıvranan bir kimseye borç
para verilerek onun kalkınmasını sağlamak oldukça güzel bir davranıştır. Böyle
bir kimsenin tefecilerin batağına saplanmasına engel olmak iyi bir insanlık
borcu olsa gerek. Bu yardım aynı zamanda kalkınmanın da itici gücüdür.
10- İyilik ve Hayırda Yarış
İlke olarak Müslümanlar birbirleriyle iyilik ve hayır işlerinde yarış içinde
olurlar. Çünkü Kur'an-ı kerim'de "Hayırlı işlerde yarışınız" ' buyrulmuştur.
İnsan malını sever ve bu sevgi ile mala bağlılık devamlı insanı iyilik ve hayır
yapmaktan alıkor. Bunun için Kur'an-ı Kerim'de "Siz, sevdiğiniz şeylerden
Allah yolunda harcamadıkça , asla iyiliğe ermiş olamazsınız. Her ne
harcarsanız, şüphesiz ki Allah, onu bilir." denilerek sevilen bu mallardan Allah
yolunda harcamlması istenmiştir.
İyİHk ve hayırda yarış Müslümanların yardımlarını sadece fakir, düşkün
ve kimsesizlerle sınırlı bırakmamış, bir takım hayır kurumlarını kurmayı ve
yaptırmayı da sağlamıştır.
Ebu Hureyre'nin rivayetlerine göre Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İnsan ölünce şu üç şeyden başka ameli sona erer: Devam eden sadaka (hayır),
faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat" Sadaka-i cariye denilen
insanların istifade ettiği hayır kurumlarından istifade edildiği müddetçe amel
defterinin açık olacağını hesap eden Müslümanlar devamlı bu gibi eserleri
yapmışlardır. Bunları yaptırmak ve yaşatmak için vakıflar kurmuşlardır.
Kur'an-ı Kerim ve hadislerle diğer İslâmi kaynaklarda hayn- kelimesinin,
başta mali fedakârlıklar olmak üzere her türlü yardım severliği ifade eden bir
anlamda kullanılması ve Müslümanların bu tür faaliyetlere teşvik edilmesi,
erken dönemlerden itibaren Müslümanlar arasında güçlü bir dayanışma ruhu
geliştirdiği gibi çeşitli kişi ve kuruluşlarca başta vakıf müessesesi olmak üzere
darüşşifa, darüleytam, darülaceze, darüşşafaka, imaret, sebil, köprü, cami,
mektep ve medrese gibi kamuya hizmet veren bir çok hayır eserinin meydana
getirilmesini sağlamıştır. 9 7
Müslümanlar iyilik ve hayır işlerinde yarış ruhuyla dolu olduğu müddetçe
toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak her türlü iyi işi yapacakları gibi toplum için
bir takım müesseseleri kurarak kalkınmada potansiyel bir güç olmakta devam
edeceklerdir.
11-Sosyal Adalet İlkesi
İslâm dini toplumda devamlı sosyal adalet ilkesini gözetmiştir. Fertler
arasında gelir dağılımı ilkesini gözetmiş ve servetin belli ellerde toplanarak
diğer insanların bunların kölesi haline gelmesini engellemiştir. Kur'an-ı
Kerim'de: " Allah'ın, kentler halkından resûlüne verdiği mal ve nimetler Allah,
Peygamber,yakınlar, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlara aittir. Bu böyle
düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında
dönüp duran bir kudret aracı olmasın" 9 8
denilmiştir. Diğer taraftan sosyal
dayanışmayı güçlendirme açısından Hz. Peygamber'in "Komşusu açken tok
yatan bizden değildir" 9 9
sözü kişilerin birbirini düşünmesi ve yardımlaşması
açısından ne önemli bir ilkedir. Gene fakirleri ve muhtaçları gözetme ile ilgili
çok sayıda ayet vardır. 1 0 0
Esasen zekât, sadaka, kurban gibi malî ibadetler de
sosyal adalet ilkesini temin içindir.
Sosyal adalet temin edilememiş olan bir toplumda kalkınmadan ve mutlu
bir toplumdan söz edilemez.
SONUÇ
Hiç şüphesiz bir toplumun çeşitli alanlarda kalkınması veya geri kalmış
olmasındaki en önemli etken, orada bulunan insanların sorumluluklarıyla
doğrudan ilgilidir. Kendilerine ait hata ve ihmalleri başka yerlere yüklemeleri
onları sorumluluktan kurtaramaz. Fakat ne hazindir ki, İslam dünyasının geri
kalmış olmasını bir çok kişiler insafsız bir şekilde İslam dinine yüklemeye
çalışmışlardır. Bu durum son din İslam'a karşı yapılan bir haksızlıktır. Bu
iddiada bulunanlar ya İslam dinini bilmiyorlar veya bu muazzez dine kasıtlı
iftira atmaktadırlar. Yıllardır kalkınmış olmalarını kendi dinlerine bağlayan bazı
batılı misyonerler de bünyelerine dışarıdan adam çekebilmek için çeşitli
propagandalar yapmaktadırlar. İslam dünyasının yeterince kalkmamamış
olmasını da İslam dinine bağlamak istemektedirler. Fakat gerçeğin hiç de
onların dediği gibi olmadığı makalemizde gösterilmeye çalışılmıştır.
İslam dini kalkınma ve ilerleme konusunda ölçüler ve esaslar sunan
dinamik bir dindir. İslam'ın bütün esasları insanları geriye değil bilakis ileriye
götürücüdür. Onun aziz peygamberi Hz. Muhammet, çalışma ve İlerleme
açısından iki günün eşit olmasına bile razı olmaz. O, mutlaka dünden bugün
daha ileride olunmasını ister. Gerçekten İslam dinini insaflıca inceleyen her
akıllı insan, onun geriye götürücü hiçbir hükmünün olmadığını, tam aksine
devamlı ilerlemeyi gerektiren esaslarla dolu olduğunu görür.
Bu makalemizde kalkınmayı sağlayan bazı dinamik esaslara kısaca temas
edilmiştir. İnsana, akla, tefekküre, bilime, ahlaka, insan haklarına, çalışmaya,
yardımlaşmaya, sosyal dayanışmaya verdiği önemi kısaca anlatmaya çalıştık
Daha bu konuda anlatılacak birçok husus vardır. Fakat şunu önemle vurgulamak
isterim ki, Kur'ân-ı Kerim'de müspet ilimleri tavsiye eden 750 âyete mukabil
fıkıh öğrenmeyi iltizam eden 150 âyet bulunmaktadır. 1 0 1
Müslümanlar sadece
müspet ilimleri öğrenmeyi tavsiye eden 750 âyete kulak verseydiler, elbet de en
ileri durumda olurlardı. Nitekim bu âyetlere kulak verdikleri devirlerde parlak
medeniyetler kurmuşlardır.
Şu durumda geri kalmış olmak, istenilen ölçüde kalkınamamış olmak
Müslümanların kendi hatalarıdır. İslam ise ilerlemeyi, kalkınmayı ve
yükselmeyi isteyen dinamik bir dindir.
Daha bu konuda anlatılacak birçok husus vardır. Fakat şunu önemle vurgulamak
isterim ki, Kur'ân-ı Kerim'de müspet ilimleri tavsiye eden 750 âyete mukabil
fıkıh öğrenmeyi iltizam eden 150 âyet bulunmaktadır. 1 0 1
Müslümanlar sadece
müspet ilimleri öğrenmeyi tavsiye eden 750 âyete kulak verseydiler, elbet de en
ileri durumda olurlardı. Nitekim bu âyetlere kulak verdikleri devirlerde parlak
medeniyetler kurmuşlardır.
Şu durumda geri kalmış olmak, istenilen ölçüde kalkınamamış olmak
Müslümanların kendi hatalarıdır. İslam ise ilerlemeyi, kalkınmayı ve
yükselmeyi isteyen dinamik bir dindir.
Kaynak Prof. Dr. Fahri KAYADİBİ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İŞTE FERASET

İdrîs Aleyhisselâm’ın Kıssası