HAZRETİ ANNELERİMİZ
Bugün Peygamber efendimiz sav ile Hatice annemizin evliliğini işlicez. Rasulallah efendimiz 25 yaşındayken amcalarının yanında ticaretle uğraşıyordu. Kendisinin bir sermayesi yoktu.
Mekke’de bir kervan hazırlanıyor. Bu kervan Suriye | Şam’a doğru gidecek. O kervan sahipleri arasında Hatice annemiz de var. Pekii Hatice annemiz kim? Hz.Hatice, o zamanlar 40 yaşlarında. Yani efendimiz sav’den 15 yaş büyük. Tüccar bir hanım. Çok şerefli bir kabile olan Kureyş’e mensup. Zengin ve asâletiyle tanınmış, Mekke’de çok kişinin evlenmek üzere tâlip olduğu bir hanım. Allah Rasulü’nden önce iki kez evlenmiş. Beyleri vefât etmiş.
Hatice annemiz dul kaldıktan sonra Ebû Cehil ve Ebû Leheb ona talip olmuş. Hatice annemiz dünyaya meyleden ve dünyayı önemseyen bir kadın olsaydı bu teklifleri kabul ederdi. Onların tekliflerini kabul etmemiş. Allah Rasulü’ne de kendisi evlenme teklifi edecek. Peygamber efendimize tâlip olacak. Efendimizin de ne malı var ne mülkü var ne işi var ne evi var. Lâkin ortada ne var? Muhteşem bir karakter var.
Hatice annemiz diyince akla gelen firâsettir. Firâset, olayların hakikatini görebilmektir. Her şeyin hakikatini görebilme yeteneğidir. Zekâ’dan öte bir şey. Zekâyı doğru yerde kullanmak. Kul, Allah’ın sevdiği bir kulsa ona firâseti Allah da öğretiyor.
Hatice annemiz Rasulallah efendimiz ile tanışmadan önce Hanifti. Yâni tek Allah’a inanıyordu. O günün Müslümanıydı yâni. İffetinden dolayı ‘Afife’ ismiyle çağırılıyordu. Afife, iffetli hanım demek. İslâmla henüz tanışmadığı hâlde aldı bu ismi. Çok iffetliydi. Pekii nasıl bir ortamda çok iffetli? Câhiliye ortamında. İffetsizliğin çok yaygın olduğu bir ortamda o Afife diye anılmış.
Bir diğer ismi de Tâhire. Yâni temiz demek. İffetli ve temiz. Peygamber efendimiz sav’in peygamber olmadan önceki isimleri var ya hani el-Emîn es-Sâdık (güvenilir, doğru sözlü) diye. Aynı şekilde Hatice annemizin de varmış. Yâni daha İslâm’dan önce Müslüman bir hanım. Tertemiz ahlâklı ve Allah’ın nûruyla bakan bir hanım. Takvâ ehli olduğu için.
Bakara Sûresi | 282. ayette Cenâb-ı Hakk; “Allah’tan korkun ki, Allah size bilmediklerinizi öğretsin.” buyuruyor. Göstersin, açsın, ufkunuzu genişletsin. Hakikatleri göstersin. İşte firâset bu. Cenâb-ı Hakk alnımıza sanki mânevi bir lamba takıyor. Mümin’in takvası kadar da onun önünü aydınlatıyor.
Hatice annemiz hakikati görmüş. Mal ve makâma tâlip olmamış. Ne Ebû Cehil’e bakmış ne de Ebû Leheb’e. O nereye bakmış? Düzgün karaktere bakmış. Allah Rasulü’nü kimse keşfetmeden Hatice annemiz keşfetmiş. Henüz kimse farkında değil. Efendimiz sav kendi hâlinde yaşayan bir yetim. Ne Peygamber olacağını biliyorlar, ne bir mucizesini gördüler. Bunların hiçbiri olmadan Hatice annemiz ona evlenme teklif etti.
Hatice annemizin geçmişinde şöyle bir hâdise de var. İlk kaynaklarda çok anlatılır. Daha Hatice annemiz 15 yaşlarındayken arkadaşlarıyla berâber Mekke sokaklarında yürürken karşılarına bir Yahudi çıkıyor. Biliyorsunuz Yahudiler son Peygamberin geleceğini çok iyi biliyorlardı. Nasıl vasıfları olacak, nerede doğacak? Bunların hepsine hâkimlerdi.
O Yahudi geliyor; “Ey Mekke’nin hanımları, uyanık ve akıllı olun! Son Peygamberin zuhuru çok yaklaştı ve o Peygamber Mekke’de doğacak. Sizin aranızdan akıllı olan onun zevcesi olsun.” diyor. Diğer hanımlar putperest. Onlarda Peygamber inancı bile yok. Onlar hatta bu Yahudiyi kovmuşlar.
Lâkin Hatice annemiz daha o yaşlardan itibaren dua ediyormuş; “O Peygambere beni yetiştir ve beni ona zevce eyle.” diye. Böyle bir firâset işte. Peygamberimizin doğduğu yıl böyle bir dua etmeye başlamış zaten. Ömrünü de tertemiz bir şekilde Rasulallah’a lâyık olarak geçirmiş.
Sonra ne oldu? Efendimiz sav 25 yaşındayken içinde Hatice annemizin kervanlarının da bulunduğu Suriye’ye giden kervana katılacak. Hatice annemiz uygun olmadığı ve uzun bir yol olduğu için kendi kervanıyla beraber gitmiyor. O, ortaklarla çalışıyor. Kendisi mal veriyor, karşı taraf da o malların başında gidiyor.
Hatice annemiz Mekke’de yeni bir ortak arıyor. Peygamberimizin amcası Ebu Tâlip bunu duyuyor. Ebû Tâlib de evi geçindirme konusunda biraz ihtiyaç sahibi. Peygamber efendimiz sav’e soruyor; “Hatice ortak arıyor. Onun kervanının başında gitmek ister misin?”
Allah Rasulü de kabul edince bu haber Hatice annemize gidiyor ve Hatice annemiz diyor ki; “Benim ortaklık yapabileceğim en iyi insan Muhammed’dir zaten. Çünkü efendimiz el-Emîn es-Sâdık. Ondan daha güvenilir hiç kimseyi bulamaz. Hatice annemiz sevinerek kabul ediyor ve yolculuk başlıyor.
Hatice annemiz Meysere adlı kölesini Peygamber efendimizle beraber gönderiyor. Meysereyi de tembihliyor; “Gidip de dönene kadar onu çok iyi takip et. Dönünce onun hakkında sana çok soru sorucam.” diyor. Meysere çok yakînen takip ediyor. Gidiyorlar ve 3-4 ay sonra dönüyorlar. Bu süre uzun olduğu için Meysere Allah Rasulünü artık çok iyi tanımış oluyor.
Kervan döndükten sonra Hatice annemizin ilk farkettiği şey kazancındaki artış. Her zamankinden daha çok kazanılmış. Hatice annemiz Meysereye soruyor; “Dolandırdı mı? Kandırdı mı? Yalan yere yemin mi etti?” Meysere diyor ki; “Hiç yalan söylemedi, tartıda hiç hata yapmadı ve ben onun putların adını ağzına aldığını hiç duymadım.”
Hatice annemizde hemen ışıklar yanıyor. Hiç putlara tapmamış, büyük bir bereketle gelmiş, bu kadar dürüst. Beklediği kişi o olabilir mi diye düşünüyor. Sonra Meysere diyor ki; “Biz güneşin harâretinden hiç yanmadık. Çünkü başımızda bir bulut hep bizi gölgeledi. Sonra yolda giderken senin mallarını taşıyan develerden biri hastalandı, yavaşlamaya başladı. Tam kervanda sıkıntı başladı, senin deveni geride bırakacaklardı. O geldi devenin yanına çöktü, bacaklarını sıvazlayarak bir şeyler mırıldandı. Deve iyileşti ve hızlandı. Kervanda en hızlı giden deve oldu. Bu olaydan sonra ona karşı kervandakilerin hürmeti arttı.”
Busra üzerindeki kilisede rahip Bahira vardı hatırlarsanız. Önceki derslerde işlemiştik. Rahip Bahira vefât etmiş yerine rahip Nastura geçmiş. Kervan esnasında Peygamberimizin üzerindeki bulutu görmüş ve Meysereye; “Bu, Mekke üzerinde çıkacak olan son Peygamber olabilir, dikkat edin.” demiş.
Meysere bu olayı da Hatice annemize aktarınca Hatice annemiz artık vakit kaybetmiyor. Bir arkadaşıyla Peygamberimize evlenme teklifi gönderiyor. Rasulallah efendimiz önce; “Benim malım mülküm yok, evim yok. Hatice benimle mi evlenmek istiyor?” diyor. Rasulallah efendimiz inanamıyor.
Daha sonra Hatice annemiz teklifini tekrarlıyor. Sonra Peygamber efendimiz bu teklifi kabul ediyor. Çünkü Tahire ve Afife lakaplı tertemiz bir hanım. Rasulallah’tan 15 yaş büyük ama karakteri efendimiz sav için hayır denecek bir hanım değil. Bu şekilde evlilikleri gerçekleşiyor.
Az önce Hatice annemiz için firâsetli demiştik ya hani, daha o zamandan efendimize tâlip oldu. İleride Peygamber olacağını bilselerdi bütün Mekke hanımları tâlip olurlardı. Lâkin o zaman bunu sadece Hatice annemiz farketti. Bu firâset devam ediyor.
Efendimiz sav 25 yaşında. Kaç yaşında Peygamber olacak? 40 yaşında. Daha Peygamberliğe 15 yıl var. Bu 15 yıllık süreçte Hatice annemizin efendimize olan güveni ve hürmeti çok derin. Efendimizin amcası Ebû Tâlib bu evlilikten sonra içinde bir huzursuzluk hissetmiş. Çünkü yeğenine karşı çok merhametliydi.
Kendi kendine düşünmüş: “Hatice çok zengin. Yeğenim onun evinde yaşıyor, acaba Hatice benim yeğenime nasıl davranıyor? Acaba evde eziyor mu?” diye merak ediyor. Bir cariye hanımı tembihliyor; “Git onların evine misafir ol. O evde ne olup bitiyor bana anlat.” diyor. O hanım bir misafir gibi gidiyor, evde ne olup bittiğini gözlemliyor.
Hatice annemiz normâlde çok zengin bir hanım olduğu için evde bir sürü hizmetçi çalışıyor olması lâzım ama evde hiç hizmetçi yok. Bu durum gelen hanımın dikkatini çekiyor. Rasulallah’ın bütün hizmetini Hatice annemiz yapıyor. Rasulallah efendimiz zaten kendi işini hep kendisi görürmüş ama Hatice annemiz bu hizmeti devamlı kendi yapmaya çalışıyormuş.
Bu hanım dönünce Ebû Tâlib’e diyor ki; “Hatice her seferinde; “Anam babam sana fedâ olsun ya Muhammed.” diye hitâp ediyordu.” Peygamber olduktan sonra sahabiler bu sözü çok söyleyecek. Lâkin bu sözü ilk söyleyen Hatice annemizmiş
Hatice annemizin evinde onun mallarıyla geçindiklerinden bu durum bir kadın için nefsâni olarak hiç kolay değil. Lâkin o devamlı Rasulallah’a tâbi. Zaten evlendikten sonra da bütün malının idaresini Rasulallah’a veriyor. Peygamberimiz ticâret yapmaya devam ediyor. Allah Rasulü’nün ticâri zekâsı da çok yüksek. O konuda da bize güzel bir örnek.
Vahiy yaklaşıyor ve vahye 5 yıl kala Allah Rasulü sık sık tenhâlara gitmeye başlıyor. 35 yaşından sonra Allah Rasulü’nün yalnız kalma ihtiyacı artıyor. 6 ay Hira mağarasında kalıyor sonra vahiy geliyor. Bir hanım olarak bilirsiniz. Beyimiz bizi ev telaşesinde biraz yalnız bıraksa; “Zaten çocukların yükü de üzerimde, nerdesin? Gel artık.” demez miyiz? Hatice annemiz sormuyor ve kızmıyor bile. Üstüne üstlük ne yapıyor? Hira’da Allah Rasulü’ne hizmet ediyor.
Hira’ya çıkmak hiç de kolay değil. 45 dakika falan sürüyor çıkması. Bugün orası merdiven gibi oyulmuş, tutunma yerleri yerleştirilmiş. Eskiden düzensizken kim bilir nasıldı. Hatice annemiz oraya devamlı yiyecek taşıyor. Oraya kadar çıkıyor ve efendimize hizmet ediyor. Lâkin tüm bunların karşılığını daha ilk vahiyde de alıyor.
Peygamberimize ilk vahiy geldiğinde en önce kiminle paylaşacak? “Şu âlime gideyim, bu âlime gideyim.” diyebilirdi. Dostu Hz.Ebubekir’e gidebilirdi. Lâkin o eve koştu. İlk: “Oku!” ayeti inince, Hatice annemize gitti. Ne dedi ilk önce? “Beni örtün.” Vazife çok önemli bir vazife. O zamana kadar Mekke’nin kendi hâlinde yaşayan bir yetimi, ona ne vazife verildi şimdi? İnsanların, cinlerin, âlemlerin mesuliyeti verildi. Çok ağır bir vazife. Tabii ki telaşlanıyor, endişeleniyor.
Hatice annemiz ham bir hanım olsa; “Ne oldu? Başına neler geldi?” der, telaşlanır değil mi? Hatice annemiz, efendimizin üzerini örtüyor ama sadece örtüyle değil. Güveniyle, sadâkatiyle, sekînetiyle, huzuruyla örtüyor ve Allah Rasulü’nü dinlendiriyor. Rasulallah efendimiz sakinleşmiş bir şekilde o örtünün altından kalkıyor, anlatıyor ve sonra diyor ki; “Şimdi bana kim inanır ya Hatice?” Hatice annemiz ne diyor? “Ben inanırım ey Allah’ın Rasülü.” diyor. “ya Rasulallah.” diyor, hemen!
“Şöyle bir düşüneyim bakayım, ne oldu ne ne bitti. Birine soralım, edelim.” demiyor. İlk kez ‘ya Rasulallah’ diyen de Hatice annemiz. Ne kadar büyük şeref. İlk kez ona nasip oluyor. Sonra da çok güzel bir kıyas yapıyor, diyor ki; “Yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, zayıfların elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin.” Ömür boyu bu iyilik unutulur mu?
Allah Rasulü’nün belki en zor anlarından biri. “Ben inanırım.” demiş. İlk günden destek vermiş. Rasulallah bunu ömür boyu unutmayacak zaten. Hatice annemiz Allah Rasulü biraz daha rahatlasın diye onu alıyor, kendi kuzenine götürüyor. Amcasının oğlu Varaka bin Nevfel adında bir kişi. Kendisi Mekke’de âlim birisi. Hristiyanlığı, Yahudiliği çok iyi biliyor. Varaka Bin Nevfel de olanı biteni dinliyor ve; “Bu sana gelen Cebrâil’dir, sen Peygambersin.” diyor.
Şimdi bu ilk omuzla başlayan destek 10 yıl daha devam edecek. Lâkin Hatice annemiz 10 yıl sonra vefât edecek. Yâni Rasulallah 50 yaşında iken. Tam da Rasulallah’ın çok çok ihtiyacı olduğu çok zor günlerde vefât edecek ama ilk 10 yıl kesinlikle en büyük destekçisi Hatice annemiz. İlk vahiyden sonra 6 ay vahiy gelmedi. 6 ay vahiy gelmiyor ama Rasulallah devamlı Hira’ya gidiyor. Çünkü özlüyor ve; “Acaba vahiy orada mı gelecek?” diye düşünüyor.
Devamlı Hira’da bekliyor. O Hira’da beklerken Hatice annemiz yine hizmette. Hatice annemiz geliyor bakıyor ki Allah Rasulü Hira’nın kapısında ayakta bekliyor. Hatice annemiz diyor ki; “Ya Rasulallah niye ayakta bekliyorsunuz? Birini bekler gibisiniz.” Rasulallah efendimiz; “Seni bekliyorum ya Hatice. Çünkü senin gelmekte olduğunu bana az önce Cebrâil haber verdi ve Allah’ın sana olan selâmını bana bildirdi.” diyor.
Hatice annemiz Allah’ın selâmını daha bu dünyadayken almış. Hatice annemizin firâseti burda da devrede. Ne diyor? “Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli ve'l-ikrâm.” Yani: “Allah'ım! Sen selâmsın. Selâmet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin.”
Rasulallah diyor ki; “Ya Hatice, şimdi Cebrâil yine geldi ve Allah’ın sana cennette bir köşk inşâ ettiğini haber verdi.” Allah o köşke misâfir olabilmeyi hepimize nasip etsin Amin. Çünkü annemizin köşkü dimi. Bizim annemiz o Kur’an-ı Kerim ne diyor onlar için? “Rasulallah’ın hanımları, müminlerin anneleridir.” diyor. Bizim annelerimiz onlar. Annelerimiz kadar annelerimiz Belki daha ötesi.
Öbür dünyada tanışabilmek istiyorsak bu dünyadayken tanışmamız lâzım. İnsan birçok hakikati annesinden öğrenir. Bizim de mânen annelerimizden öğrenecek çok şeyimiz var. Hele ki Hatice annemizden. Hele ki Ayşe annemizden. Her biri çok kıymetli ama bâzı annelerimizin hayatı daha ayrıntılı gelmiş bize.
Hatice annemizden neyi öğreniyoruz? Mümin hanım firâsetli olacak. Bakın Hatice annemizin yetiştiği ortam gibi bizler de cahiliyedeyiz. Cahiliyede olup da bugün olmayan bir tane günah söyleyemezsiniz. Hatta daha beterleri var. Kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı diyoruz. Bugün annesi evlâdını karnından kız&erkek ayırt etmeden söküp atıyor. Aynı cahiliye.
Hatice annemiz cahiliyede nasıl Afife (iffetli) olduysa ben de bugün Afife olucam. Öyle olursam veya Tahire (temiz) olursam Allah firâsetimi açacak. Hani bazen her kafadan bir ses çıktığı zaman; “Kim doğru söylüyor? Kim yanlış söylüyor?” diye şaşırıyoruz ya, orda doğruyu bulmak için bizim firâsete çok ihtiyacımız var. Önümüzde öyle büyük ve gizli oyunlar var ki. İnternettir, modalardır. Biz zehrini anlayana kadar onlar çoktan vücudumuza zerk etmiş oluyor.
Ben bunu yolun başında nasıl anlicam? Firâsetli olursam anlicam. Muhtacım o firâsete. Neyle gelecek o firâset? Takva ile. Kur’an’da ne buyuruyor Cenab-ı Hakk; “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı takvâ sahibi olursanız, O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış (Furkân) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi mağfiret eder. Allah büyük lûtuf sahibidir.”
Firâsetten sonra Hatice annemizden bize en büyük mîras, sadâkati. İlk vahiy geldi, ilk imân eden oldu. O kadar kolay mıydı ilk imân eden olmak? İşkence devri. Ümmetin ilk annesi işkenceleri izliyor. Ona Allah ‘anne’ dedi arkadaşlar. Onun için onun gönlündeki anne şefkatinden bizler şüphe edemeyiz. Bir annenin evlâdına karşı olan şefkatini o bütün bir ümmet için hissediyor.
Gözünün önünde ne oluyor Mekke’de? Kimi kırbaçlanıyor, kimi güneşin altında susuz bırakılıyor, kimi ateşlerle dağlanıyor. O anne bunları görüyor ve malını, mülkünü bu yolda sarfediyor ama durduramıyor. Allah Rasulüne bir kerecik olsun; “Ya senin yüzünden neler yaşadık?” demiyor.
Boykot yılları geliyor ve Hatice annemizden bütün mal, mülk gidiyor. Nübüvvetin 7,8,9. yılları. Ümmet için Hatice annemizin her şeyi tükeniyor. Ümmet açlıktan kırılıyor ve 10. yıl Hatice annemiz rahatsızlanıyor. Belki de üzüntüden. Hatice annemize hasta yatağında şöyle söylüyor Allah Rasulü; “Ya Hatice, ben sana hiç rahat birgün gösteremedim.” Hatice annemiz de; “Ya Rasulallah, bana Allah seni vermiş. Senin gibi bir nimet varken ben çektiklerime hiçbir zaman aldırmadım, aldırmam da.” diyor. Sonra vefât ediyor.
Vefât ettiği yıla ‘hüzün yılı’ deniyor. Allah Rasulü’nün her yılı hüzünlerle dolu. Babasız doğdu. Annesini, dedesini, yedi evlâdından altısını kaybetti. Hiçbirine ‘hüzün yılı’ denmedi. Çünkü Rasulallah, Hatice annemizin vefâtıyla bir gönül kaybetti. En yakın desteğini kaybetti. Hatice annemizle evliyken başka bir hanımı hiç olmadı. Daha sonra başka evlilikleri oldu.
Hatice annemizin hakkında Aişe annemizin cümleleri var. Hatice annemizin vefâtı üzerinden yıllar geçmiş. Rasulallah efendimiz Aişe annemizle evlerinde otururlarken kapıdan Hatice annemizin kız kardeşi Hâle binti Huveylid selâm veriyor. Sesi de Hatice annemizin sesine çok benziyormuş. O selâm verince Rasulallah’ın yüzünde güller açmış. Çünkü kişi sevdiğinin sevdiklerini de sever ve hürmet eder.
Hâle binti Huveylid geliyor, Rasulallah ile bir süre hasbihâl ettikten sonra gidiyor. Aişe annemiz de kenardan izliyor. Gittikten sonra Aişe annemiz Rasulallah’a soruyor; “Ya Rasulallah, o yaşlı hanımı halâ anıp duruyorsun.” Ardından kendisini işaret ederek; “Allah sana daha hayırlısını vermedi mi?” diyor İmtihanın büyüklüğüne bak. Rasulallah diyor ki; “Allah bana Hatice’den daha hayırlısını vermedi. Çünkü kimse inanmazken o inandı. Kimse destek olmazken o destek oldu. O, çocuklarımın da annesidir.” Allah Rasulü’nün vefâsı.
Bu hadis-i şerifi bize rivayet eden de Aişe annemiz. Çok ilginç değil mi? Bu sözleri başka kimse duymamıştı aslında. Bir tek Aişe annemiz duymuştu. Bizim zannettiğimiz gibi basit ve zarar verecek bir kıskançlık olsaydı bir kere bu hadisi saklardı. Söyler miydi? Kendisini kıymetli göstermek isterdi. Bu hadisi rivâyet ediyor ve; “Ben, Allah Rasulünün hayatta olan hanımlarını bile Hatice kadar kıskanmadım ki.” diyor. Vefât etmiş ama aslında ona gıpta ediyor. Onun, Allah Rasulü’nün gönlündeki yerine hayran oluyor.
Öyle bir vefâ ki Hatice annemiz hiç unutulmicak. Evde bir kurban kesilse hemen bir miktarı Hatice annemizin ailesine gönderilecek. Bir hediye gelse bir parçası yine Hatice annemizin ailesine gidiyor. Hatta çok duygulu bir şey var. Mekke’nin fethi günü şöyle bir hâdise yaşanıyor. Rasulallah Mekke’den 8 yıl önce zorla çıkarılmış. 4 kişilik bir kervanla saklana saklana hicret etmek zorunda kalmış. Sadece 8 sene sonra 12.000 kişilik bir orduyla dört bir yanından Mekke’ye giriyor. Sadece 8 yılda nasıl bir başarı. Başkası olsa zafer sarhoşu olur.
Lâkin o gün Rasulallah Mekke’ye girer girmez önce ne yapıyor biliyor musunuz? “Benim bir işim var.” diyerek ordudakilerden müsâde istiyor ve gidip Hatice annemizin kabrini ziyâret ediyor. Böyle de bir vefâ. Allah inşaallah Hatice annemizin firâsetinden ve sadâkatinden bize hisseler nasip etsin. Amin.
Biz bugün başka modaların peşinden koşmicaz. Biz bugün Hatice annemizin modasının peşinden koşucaz. Biz Aişe annemizin evlâtları, torunları olucaz. Bizim annelerimiz onlar. Taklit edeceğimiz onlar. O hanımıydı evet ama ben de Rasulallah için Hatice gibi kıymetli olabilirim. Nasıl olurum? Hatice annemiz gibi takva ehli olucam, firâsetli olucam ve sâdık olucam.
Sadâkat nedir biliyor musunuz? Evet bedenen Rasulallah yanımızda yok. Lâkin menfaatlerimi kaybetme pahasına bile olsa ben Allah’ın ve Rasulü’nün yolunu tercih ediyorsam bu sadâkattir. Belki toplumda beğenilmicem, bulunduğum yerde takdir edilmicem veya belki bir makâma getirilmicem. Ben ona rağmen Rabbimden ve Rasulü’nden yana olduğum zaman sadâkatimi göstermiş oluyorum.
Lâkin bugün birçok mümin; “Bir ev alayım biraz olsun rahat edeyim.” diye fâizle kredi alıyor. Haram mı? Haram. E ben şimdi kimi tercih ettim. Dünyayı mı? Rabbimi mi? Allah izin verecek olsa verirdi. “Ev almak için fâiz alabilirsiniz.” derdi. Demedi.
Ben namazımda sadâkatimi göstericem. Bir yerde keyif çatarken ezan okunduğu vakit o keyiften vazgeçicem ve kalkıp abdest alıcam. Bugün bir gardrop farkıyla Hatice annemiz gibi olmak mümkün. Yaşananlar değişik ama aynı duyguyu taşıdığımız ölçüde Rasulallah için kıymetli olucaz. Yoksa ne olur? Efendimiz buyuruyor ki; “Ben Kevser havuzunun başında beklerken ümmetimden bir kişi gelecek. O gelirken bir ses işitilecek: “Uzak olsun, uzak olsun.” Ben onun hikmetini anlamicam. Sonra bir ses daha gelecek; “Ya Rasulallah, o senden sonra çok değişti.” diyecek.”
Biz kendimizi hep bugünün müminleri ile kıyaslıyoruz. Bir namazımız, tesettürümüz varsa; “E ben de iyiyim.” diyoruz. O iyilik hiç bunlarla ölçülmez. Aranızdaki sadâkatle ölçülür. Onu da bir tek Allah ölçer zaten. Kimse kimsenin terâzisi olamıyor. Kendimi bugünün insanıyla kıyaslamicam. Sahâbeyle kıyaslicam. Yoksa bizim için; “Çok değiştiler.” dicekler.
Kur’an bize emrediyor; “Ensar, muhâcir ve onlara tâbi olanlar var ya, Allah onlardan râzı olmuştur.” Bak başka zümre söylemiyor, üç zümre söylüyor. Başka yol yok ki, yol bir tane. Muhâcir, ensar zaten efendimizi tâkip etti. Biz de onları tâkip edersek: “Allah onlardan râzı olmuştur, onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır.” ayetinin muhatabı oluruz. Bu üç zümre için geçerli ama. Başka zümre tâkip etmicez.
Hangi hanımını anlatsak hayrân oluruz ama Hatice annemizin yeri çok başka. Çünkü en çok seven ve Rasulallah efendimizin gönlünde ne hissiyat varsa hepsi Hatice annemizin gönlüne intikâl etmiş. O üzülmüşse o da üzülmüş. O sevinmişse o da sevinmiş. O kalple iletişim hâlinde.
Rasulallah’ın kalbiyle iletişim nasıl kurulur? Biz de kurabilir miyiz? Kurabiliriz. Neyle? Muhabbetle. Ne kadar seviyorsan Rasulallah ile arandaki bağ o kadar kuvvetli. Ne kadar kuvvetli bağ kurduysan o kalpten o kadar transfer oluyor. Hani biz onun ahlâkıyla ahlâklanalım diyoruz ya. O zaman bir muhtaç gördüğümüz zaman Rasulallah’ın baktığı gibi bakalım.
Hiç görmeden o bağı kuranlar da olmuş siyerde. Veysel Karânî bir örnek. Hiç görmemiş ama Veysel Karâni için; “Rahmân’ın kokusunu Yemen tarafından alıyorum.” diyor Allah Rasulü. Hırkasını gönderiyor; “Bunu giysin, ümmetime dua etsin.” diyor. Onunla arasında kilometreler vardı bizim de asırlar var. Problem değil. Seviyorsak Allah’ın izniyle beraberiz.
Bedeni yok ama sünneti burada. Bıraktığı mirâsı da burada. Bize sadece temsil etmek düşüyor. Sevdiğimiz kadar temsil edicez. Sünnet kitapta kalmasın, canlansın diye ben temsil edicem.
Rasulallah kendi Medine’ye hicret etmeden önce Mus’ab bin Umeyr’i gönderdi. 20 yaşında bir genç. Medine’ye gitti. Sahabe hanımlardan biri Hz.Rûmeysa diyor ki; “Biz Mus’ab’a baktık ve; “Mus’ab bu kadar hayranlık uyandırıyorsa onu yetiştiren şahıs nasıl ki?” dedik, Mus’ab’a baktıkça ona hayran olduk.” Daha Rasulallah’ı hiç görmemişler. Hiç görmeden de imân ettiler. Biz bugün Mus’ab olmak zorundayız. Bizi görecekler; “Bunlar nasıl kul? Hangi sünnet-i seniyye bunları bu hâle getirmiş.” diyecekler ve bizler de Mus’ab gibi gönülleri Rasulallah’a taşicaz inşaallah. Rabbim muhabbetimizi artırsın. Amin.
Yorumlar
Yorum Gönder