Keyfe Kenetlenmişiz
ÜÇ GÜNLÜK EĞLENCENİN İÇİNE SIĞAR MI,
BİR ÖMRÜN EFKARI?
Her
yörede eğlence, neredeyse her belediye festivallerle halkı
hoplatıp, zıplatıyor. Birbiri üstüne yığılmış gibi duran
insanlar iki şarkıcıyı yakından görmek adına kendilerinden
geçiyorlar.
Kamu
malı olan belediye araçları festivale insanları yığmak için
mahallleleri turlayıp, festival alanına bedava insan taşıyor.
Otobüse parasız binmenin mutluluğunu hisseden insanlar demiyorlar
ki, “bu araçların yakıtı kul hakkından sağlanıyor.”
Bu
çılgınlıklardan şarkıcılar, menejerler çok paralar
kazanırken, belediye başkanları da kendi reklamlarını
yapıyorlar.
Halkın
eline kalan stres atma mı oluyor, yorgun düşmek mi, bilemiyoruz.
Bildiğimiz, festival alanlarını dolduran günüzmüz insanlarının
anaları, ataları çoğunluk zamanlarını evlerinde geçirirlerdi.
Hangisi doğru, eğlenip çoşmak mıi evinde dinlenmeye koşmak mı?
Geçen
hafta Korelilerin barışması vesilesiyle kendileriyle konuştuğum
Kore gazileriyle, bu keyfe kenetlenmiş insanlarımız hakkında da
bir görüşme gerçekleştirdim. Kendi gençliklerinde bu tür
çılgınlıkların olmadığını söyleyerek, günümüze yönelik
görüşlerini geçmişle kıyaslayarak değeriyorlar.
ATATÜRK
SAĞ OLSAYDI BUGÜNLER BÖYLE OLMAZDI.
“Atatürk
Kurtuluş Savaşından sonra, Cumhuriyetimizin kurulmasının
ardından, pek çok devrimlerle birlikte Türkiye’de kalkınma
seferberliği başlatmıştı. Vefatından sonra bu seferberliğe son
verildi. Çok partili döneme geçildiği süreçte ise, savaş
sonrası açlıkla mücadele etmiş halkımıza, adeta dış
yardımlarla bolluklar, daha rahat yaşamlar vadedildi” diyerek,
Ata’nın ölümüne bu yüzden de çok üzüldüklerini
söylüyorlar. “Atatürk yaşasaydı, bugün Kore’yi ikiye
katlayan, Amerika’nın bile önümüzde eğildiği kalkınmış bir
ülke olurduk” diyorlar. Ve Kore gazilerimiz ülkemizin
kalkınamayışına yönelik şu eleştiriyi getiriyorlar.
“Ülkemizde
hortumcular çok, yetim hakkı demeden tıksırasıya haram yiyenler
çok fazla. Bizim ülkemizde lükse meyil çok, fakirlik artık
sadece mide de, evlerde fakirlik yok. Herkesin evinde lüks eşya
mevcut, adamın ekmek alacak parası yok, ama evinde son sistem
çamaşır makinesi var. Kapısının önünde arabası var. Ekmeğini
kuru olarak yiyor, katık alamıyor, ama sigarasını eksik etmiyor.
Başta başımızdaki yöneticilerden tutun en küçük birimdeki
müdürün, amirin, yani neredeye baş olmuş biri varsa hepsinin
altında son model çeşitli tipte arabalar. Bizdeki araba kadar
Kore’de araba tüketimi yok. Adamlar araba yapıp dışarıya
satıyorlar, kendileri bisikletle geziyorlar. Üretime dönük
olmuşlar, tüketimde cimri davranmışlar. Savaş sonrasında devlet
başkanları bile bir lokma, bir hırka devri yaşamış. Bizde
devletin başında olanlardan biri desin bakalım ‘ben lüks
arabaya binmeyeceğim, lüks konutta da oturmayacağım. Halkım gibi
normal bir eve taşınıp, halkın seviyesinde yaşayacağım’ bunu
diyebilirler mi bizimkiler, diyemezler. Çünkü makama lüks
yaşamak, zengin olmak için geliyor bizim yöneticilerimiz, ülkeyi
feraha çıkartmak için değil.”
YÖNETENLER
BÖYLE YAPARSA
Artık
yaşlarını almış, kendilerini toprağa daha yakın görür hale
gelmiş gazilerimiz, sözlerinin son nasihatler olarak algılanmasını
istiyorlar. “Bizde bir söz vardır; imam gaz kaçırırsa cemaat
altına yapar” denir. Bu sözle başladıkları anlatımlarını
gazilerimiz şöyle devam ettirdiler. “Ülkemizi yönetenler kim
olurlarsa olsunlar. Bu ülke bugün onlarla var, yarın yok değil.
Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ümüzün de dediği gibi ilelebet
payidar kalacaktır. Ne var ki, başa geçenler ‘bugün varız
yarın yokuz, devletin malı deniz’ misali döke saça bir
savurganlık içinde oluyorlar. Atatürk’ün ölümünden sonra tam
80 yıl geçti, bu süre içinde hep gerilemişiz. Hani kalkınmamız?
Lüks
yaşam, her aradığına sahip olma, her ilde üniversite olma
kalkınma sayılmaz. Fabrikaların çoksa, üretimin tüketiminin 100
katıysa, işsizin, aç insanın yoksa kalkınmışsın, demektir.
Yollar,
barajlar yapılmış, okul ağları kurulmuş. Ama sonra ne olmuş,
IMF’ye borç yığılmış, okuyan gençler işsizlikten sokaklara
taşmış. Ülkenin üretiminde katkısı beklenen gençlik, eli
boşluktan ne yapacağını bilmez hale dönüştürülmüş.
Ülkemizin hırsızı, uğursuzu artmış. Fakir halk, el açan
konumuna getirilmiş. Halkın hakkı olan paralar hortumlanmış,
ucundan azıcığıyla vatandaşa kömür, gıda yardımında
bulunulmuş. Gariban çoğalmış, bazıları ne yazık yardım
bekler hale getirilmiş. Bunlar affedilir şeyler değil.
Bu
hortumcuların hepside öte âlemde cehennem kütüğü olacaklar.
Hiç ölmeyecek gibi, hep cebi doldurarak yaşıyorlar adamlar, ‘az
yiyelim de başkaları da kalanından nasiplensin’ demiyorlar. Hal
böyle olunca ileriye gitmek mümkün mü, hep geriliyoruz. Bırakın
Kore’yi, kısa boylu insanların ekonomide devleştikleri Japonya
ya bir bakın, onlarda savaştan çıkmadılar mı? Ambargolarla
yaşamış Küba'ya bakın, Atatürk'ü örnek almış ve kalkınmayı
başarmışlar. Ya Almanya, savaş sonrası viraneye dönmüş
Almanya, kısa sürede bizim insanımıza iş verir hale geldi. Nasıl
kalkınmışlar, tepedekilerin önderliğinde kemer sıkarak ve
tıkınmadan üreterek. Bizden başka her ülke ‘anca beraber,
kanca beraber’ diyor.
Bizim
insanlarımızsa “Rab bana, hep bana” politikası uyguluyor. Bu
politikada giderek cüceleşen fakirliği getiriyor. Hiç cücenin
elini uzatarak ağaçtan meyve kopardığını gördünüz mü? Bizde
aynı durumdayken kalkınmaya uzanamayız.
Önce
hep birlikte dişimizden, tırnağımızdan artırmayı öğreneceğiz,
sonra bu artırdıklarımızı üretime dönüştüreceğiz. Ardından
devleşerek, elimizi her istediğimiz yere uzatabileceğiz. Bunu
yapmak zor bir şey değildir. Geç kalmışta sayılmayız. Yeter ki
canı gönülden istemesini bilelim.
Borç
bizim dilimizde yiğidin kamçısıdır. Bellenmiş, bu masumiyetle
faize yöneltilmişiz. Bizler Atatürk’ün belirttiği şekilde
ülkemize ve Cumhuriyetimize sahip çıkarak, yiğitçe bir araya
gelmeyi becerebilirsek, kalkınmayı da beceririz demektir. Hele bir,
silkinip kendimize gelelim, bir yerlerden gayrete başlayalım.
Öncelikle de devleti idare edenler öncü olsunlar.”
Sözün
kısası; gazilik mertebesine erişmiş kahramanlarımız demektedir
ki, “Çoban neredeyse, sürü oraya gider. Ancak çobanın kavalı
nağmeli olmalı.” Bizim bu sözümüzde, idarecilerin yönetmelik
el kitaplarına kapak olsun.
Ayfer
AYTAÇ – ayferaytac.com


Yorumlar
Yorum Gönder